Sayfalar

29 Aralık 2015 Salı

Kalan...

Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı.

Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..
Söylemeye vakit kalmadan
Dudakların altına bırakılmış bir şey.
Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta..
Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.

Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı, 
Bulundukça aramaklı.

Şiir: Özdemir Asaf / Fotoğraf: Adil Ünür
Mekan: Assos - Sokakağzı

28 Aralık 2015 Pazartesi

Akşamı Süzme Deniz

Akşamı süzme deniz
Renginden gözüm yandı
Engindeki pembe iz
Gönlümde halkalandı

Ufkun kızıl ateşi
Yanan derdimin eşi
Ruhumun solan güneşi
Gurbetin gülü sandı

Güfte: Kaptanzade Ali Rıza Bey
Fotoğraf: Adil Ünür 
Mekan İnkumu- Bartın

27 Aralık 2015 Pazar

Beyazıt Meydanı'ndaki Ölü

Bir ölü yatıyor
on dokuz yaşında bir delikanlı
gündüzleri güneşte
geceleri yıldızların altında
İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor
ders kitabı bir elinde
bir elinde başlamadan biten rüyası
bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında
İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor
vurdular
kurşun yarası
kızıl karanfil gibi açmış alnında
İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatacak
toprağa şıp şıp damlayacak kanı
silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
zapt edene kadar
büyük meydanı

Şiir: Nazım Hikmet / Fotoğraf: Adil Ünür
Mekan İstanbul Beyazıt Meydanı


25 Aralık 2015 Cuma

Mezar Yolu

İnsan hiç olmazsa arada bir uğrar,
Böyle ihmalci değildin önceleri,
Biliyorsun, seninle avunuyorum,
Sana gidiyor yollar.
Akşamları parkta oturuyorum,
Haber soruyorum akasyalardan.

Ne kaldı şunun şurasında,
Ya on sene yaşarım, ya yirmi;
Mezara kadar taşımak sevgimi,
Bir teselli olacak.


Şiir: Behçet Necatigil / Fotoğraf: Adil Ünür
Mekan: Fatih Çarşamba -
İstanbul

24 Aralık 2015 Perşembe

Sizinki Tatlı Can Da Bizimki Patlıcan Mı?

Görmüyoruz sanmayın iç yüzünü işlerin,
O doğru duruşların, o eğri gidişlerin,
Neler çiğnediğini hiç durmadan dişlerin,
Ne yolda olduğunu o yaldızlı fişlerin,
Biliriz yenileni kuzu mudur, tavşan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?

Maroken koltukların çıkardınız tadını,
Yokladınız güzelin evcilini, yadını,
Şu ince belli kızı, şu fıkırdak kadını,
Ne dediniz olmadı, bir yosma mı, civan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?

Sizler de bizdendiniz, ne çabuk ayrıldınız?
Her biriniz en yüce yerlere kayrıldınız;
Kiminiz doğruldunuz, kiminiz eğrildiniz,
Böylece zevk içinde yaşarsınız, yalan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?

Yok mu ata malından azıcık pay bize de?
Adımız hiç görülmez pasaportta, vizede,
Biz de gezmek isteriz Londra'da, Gize'de,
İsterseniz gideriz hatta Portekiz'e de.
Bizim yerimiz sade Sivas, Erzurum, Van mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?

Ne sorulur bilseydik, amcamız, dayımız mı?
Değilse nemiz eksik aklımız, boyumuz mu?
Yoksa beğenilmeyen bir kötü huyumuz mu?
İnancımız mı bozuk, kanımız, soyumuz mu?
Bizim kanımız başka, sizinki başka kan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?

Bizler de sizin gibi yorulmak istiyoruz,
Divanda, encümende kurulmak istiyoruz,
İnsanlar sırasında görülmek istiyoruz,
Kırk yıl posteki gibi sürünen de insan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?

Süründük bu kadar yıl Aydın'da, Muş'da, Van'da,
Kahve gibi kavrulduk, dövüldük bu havanda,
Şöyle bir yaşamadık Karlisbat'da, Lozan'da,
Fakat arılar gibi çalıştık bu kovanda,
Balı, kaymağı sizin, bize acı soğan mı?
Sizinki tatlı can da, bizimki patlıcan mı?

Şiir: Namdar Rahmi Karatay / Şiiri Dillendiren Fotoğraftakiler: N.Yılmaz, F.Parto, A.Ayık, A.Ünür
Mekan: Beylikdüzü İstanbul

23 Aralık 2015 Çarşamba

Dünyanın En Bilinen Savaş Şiiri ve Hikayesi "Bekle Beni"

Bekle beni, döneceğim ben.
Çok çok, bıkmadan bekle!
Sarı yağmurların
Hüznü basınca,
Kar kasıp kavururken,
Kızgın sıcaklarda – bekle.
Uzak yerlerden mektuplar kesilince
Bekle beni.
Birlikte bekleyenlerin beklemekten
Usandığına bakma, bekle.

Bekle beni, döneceğim.
Unutmak zamanı geldiğini
Ezbere bilenleri
Hayırla anma!
Varsın oğlum, anam
Hayatta olmadığıma inansın,
Dostlarım beklemekten usansın,
Ocak başında toplanıp
Acı şarapla
Yad etsinler beni.
Sen bekle. Onlarla birlikte
İçmekte acele etme.

Bekle beni; döneceğim,
Bütün ölümleri çatlatmak için döneceğim!
‘Şansı varmış…’ desinler,
Beklemedikleri için,
Beni bekleyerek
Düşman ateşinden nasıl
Koruduğunu anlayamazlar.
Sağ kalışımın sırrını yalnız
Senle ben bileceğiz-
Bütün sır -senin
Başkalarının bilmediği gibi beklemeyi bilmende.

Konstantin Mihavloviç Simonov

(Çev.: N.Yalaza Taluy)

Konstantin Simonov, o zamanlar Sovyet sinemasının oldukça ünlenmiş bir sanatçısı olan sarı saçlı, ince ve uzun boylu güzel Valentina Serova’yı ilk kez Moskova yakınlarında bir tren istasyonunda gördüğünde aşık olmuş ve  tüm hayatı boyunca da onu sevmekten bir an bile vazgeçmemiştir. 

1943’de evlendikleri  Valentina’ya "Senin yüzün benim kaderim" diyordu. Sonra savaş yılları geldi.

Simonov  İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı günlerinin yaşandığı Stalingrad cephesinde sadece bir gazeteci değil, aynı zamanda yarbay rütbeli bir asker oldu.

Her yerin çamur deryası olduğu, mermilerin, top ve şarapnel parçalarının kan kusturduğu bir geceyi Simonov çok sonraları anlatırken, "Çıldırmak üzere olduğumu anladım ve bunu önleyebilmenin tek yolu Valentina ile konuşmak, ona aşkımı ve hasretimi anlatmak ve mutlaka geri döneceğimi söylemekti" diyordu. İşte dünyanın en tanınmış, en bilinen savaş şiiri olacak "Bekle Beni" şiiri o gece yazılmaya başlandı.

Bittiğinde izne çıkan bir askere verdiği şiirini  yolu düşerse gazeteye bırakmasını söyleyen Simonov, savaşın acımasızlığı içinde şiirinden herhangi bir haber alamadı. Oysa asker şiiri gazeteye ulaştırmış, şiir gazetenin savaşın henüz sıçramadığı şehirlerden birindeki baskısında yayımlanmıştı.

Sonra bir gün askerlerden biri gazetede Simonov'un Valentina'ya yazdığı şiiri gördü, onu kesti ve Stalingrad yakınlarındaki bir kasabada yaşayan nişanlısına gönderdi. Şiirden çok duygulanan genç kız da bunu arkadaşlarına gönderince, elden ele çoğalan  "Bekle Beni" şiiri  bütün bir savaş boyunca cephenin göbeğinde savaşanlardan, Rusya’nın çok uzak Kuzey limanlarında görev yapan bahriyelilerine kadar bütün bir Sovyet ordusunda hem subaylar hem de erler tarafından ezberlendi ve yüzlerce değişik biçimde ama hep hüzünlü bir tonda da bestelendi.

Simonov, cephelerde kanlı savaşların içinde Bekle Beni’den sonra Seninle ve Sensiz, Kızma Yazarsam adlı uzun şiirlerini Valentina Serova için yazdı. Bunları gönderip gönderememek, Valentina’nın bunları okuyup okumaması değildi. Önemli olan onun Valentina’ya olan aşkını  fısıldayabilmesiydi.

Savaş bittiğinde Simonov, Valentina’nın yanına döndü. Lakin bazı şeylerin yolunda gitmediğini de işte ilk kez o günlerde anladı. Valentina, Sovyet sinemasının en ünlü yıldızlarından biriydi artık. Simonov ise sanki Stalingrad cephesinde yaşıyordu hâlâ. Uğruna ölümlere gidip geldiği, sadece ona kavuşmak umuduyla hayatta kalabildiği bu kadını artık pek tanıyamıyordu. O hâlâ ılık bir yaz gününde muzip bir rüzgarın eteklerini havalandırdığı, sarı saçlı bir kadın görmek istiyordu ama göremiyordu

Ne Valentina’nın dedikodulara yol açan bir hayat sürmesi, ne de ortalıkta bazı yakışıklı sinema aktörlerinin adının dolaşması  Valentina’ya olan aşkını zerre kadar azaltmıyordu ama bir insan olarak etkilenip günün birinde bu her şeyden çok sevdiği kadını incitebileceğinden de korkuyordu. Belki de bu nedenle 1957’de hiçbir açıklama yapmadan Valentina'yı terk etti ve bir daha hiç geri dönmedi.

Yazmaya yoğunlaştı. Albayın Aşkı, Savaşsız Yirmi Gün, Günler ve Geceler, Savaş Günleri, İnsan Asker Doğmaz ve Silah Arkadaşları gibi kitapları yazdı. Sovyet Yazarlar Birliği Başkanı seçildi. Türkiye de dahil, bir çok ülkeye gitti.

Valentina Serova 1975 yılında öldü. Simonov cenazeye katılmadı. 

Ertesi sabah Serova’nın mezarının üzerinde bir saksı içinde mavi hareli, sarı yapraklı bir hercai menekşe çiçeği bulundu. Kırmızı saksıya küçük beyaz bir kağıt yapıştırılmıştı ve kağıtta işlek bir el yazısıyla ‘Zhdi Meny’ yani "Bekle Beni" yazıyordu. 

Bu çiçeği kimin bıraktığı ve küçük notu kimin yazdığı daha sonraki günlerde Simonov’a defalarca soruldu. Simonov her defasında acı bir şekilde gülümsemekle yetindi ve cevap vermedi.Yıllar önce "Sağ kalışımın sırrını yalnız senle ben bileceğiz, bütün sır senin beklemeyi bilmende" diye yazmıştı ve sevdiği kadın da onu beklemişti. 

Konstantin Mikhailoviç Simonov, 28 Ağustos 1979’a kadar bekledi. Sonra kendisini bekleyen sevdiği kadının yanına gitti.


21 Aralık 2015 Pazartesi

Mevlid Kandili ve Hakikat-i Muhammediyye


Mevlid Kandili ya da Veladet Kandili, İslam dininin peygamberi olan Muhammed bin Abdullah'ın doğum gecesi ve aynı zamanda Hicrî Rebiülevvel ayının onikinci gecesidir. 

Klasik dönemde (Asr-ı Saadet ve Dört Halife Dönemi) kandiller yer almadığı için geçmişi pek eskiye dayanmamaktadır.

Mevlid, "doğum zamanı" demektir.

Hz. Peygamberin cismani hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allah'tan başka hiçbir şey yokken ilk defa Hakikat-i Muhammediyye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için halk edilmiştir. Alemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. Hz. Peygamberin ruhu ve nuru, bütün insanlardan, peygamberlerden, hatta meleklerden önce var olduğundan, Peygamber insanlığın manevi babasıdır.

 Hz. Adem'de tecelli edip daha sonra öbür peygamberlere intikal eden, Hz. Muhammed beden olarak dünyaya gelince de ona intikal edip, onda karar kılan bu nur, vefatından sonra da devam etmekte ve kainat, varlığını sürdürebilmektedir. 

Bu nur ölümsüz ve ebedi olduğundan dolayı mutasavvıflar Hz. Peygamber için ."öldü" ifadesini kullanmazlar.

Kaynaklar: 1-)Tasavvufi Düşüncede İnsan-ı Kamil  İsa Çelik  2-)Mevlid Kandili-Vikipedi

Fotoğraf: Adil Ünür Mekan: Hz. Eyyüb Peygamber'in Sabır Makamı 

Urfa'nın Etrafı...

Urfa'nın etrafı meşedir meşe,
Bir dal odun yoktur ki fırında ekmek bişe.

İhtiyarlarına baharsay benzer ermişe,
Gençlerine baharsay benzer dervişe.

İki balcan bi fırenk saplarlar şişe,
Komazlar Acem Ayıbın fırınında bişe.

Akşam olunca ellerinde bi urup şişe,
İsotlu çigköfteyi degişmezler güzel yemişe.

Urfalılar degil Nemrut oğlu Nemrutlar attılar, 
İbrahim Halil Efendimizi ateşe...

 Şiir: Urfalı Babe Yılmaz / Fotoğraf: Adil Ünür
Mekan: Göbeklitepe - Urfa

19 Aralık 2015 Cumartesi

Adiloş Bebe

Doğdun,
 Üç gün aç tuttuk
 Üç gün meme vermedik sana
 Adiloş Bebem,
 Hasta düşmeyesin diye,
 Töremiz böyle diye,
 Saldır şimdi memeye,
 Saldır da büyü...

 Bunlar,
 Engerekler ve çıyanlardır,
 Bunlar,
 Aşımıza, ekmeğimize
 Göz koyanlardır,
 Tanı bunları,
 Tanı da büyü...

 Bu, namustur
 Künyemize kazınmış,
 Bu da sabır,
 Ağulardan süzülmüş.
 Sarıl bunlara
 Sarıl da büyü...

  
   Şiir: Ahmet Arif / Fotoğraf: Adil Ünür
Mekan: Davutpaşa Metro

17 Aralık 2015 Perşembe

Besbelli

Besbelli ölümüm sabahleyindir
İlk ışık korkuyla girerken camdan,
Uzan, başucumda perdeyi indir,
Mum olduğu gibi kalsın akşamdan.

Sonra koş terlikle haber vermeye,
"Kiracım bu sabah can verdi" diye,
Üç beş kişi duysun ve belediye,
Beni kaldırmaya gelsin, odamdan.

Evden çıkar çıkmaz omuzda tabut.
Sen de eller gibi adımı unut.
Kapımı birkaç gün için açık tut, 
Eşyam bakakalsın diye arkamdan.

Şiir: Ahmet Kutsi Tecer 
Fotoğraf: Adil Ünür
Mekan: İstanbul - Çarşamba


16 Aralık 2015 Çarşamba

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.

Şiir:Behçet Necatigil / Fotoğraf: Adil Ünür
Mekan: İstanbul - Unkapanı


Urfalı Şair Nabi...

Divan şiirinde bilgece söyleyiş tarzı söz konusu edildiğinde adı ilk akla gelen şairdir...

Osmanlı toplumunun sosyal ve ahlaki değerlerinin bozulmuş olduğu dönemlerden birinde yaşadı. İrdelediği, gözlemlediği olup biten her şeyi tespit ve tenkit etme gayreti içinde oldu ve gerek divanında yer alan şiirlerinde, gerekse Hayriye adlı eserinde ağır ve sert eleştirilerle konu etti.

Aynı zamanda bizzat şahsıyla ilgili birtakım gelişmeleri de şiirine yansıtmaktan geri durmadı. Bunlardan biri aşağıdaki gazeli yazmasına sebep olan Çorlulu Ali Paşa ile arasında hadisedir.

Halep'te kaldığı yıllarda başından geçtiği söylenen ve Safayi tezkiresinde   anıldığına göre; Çorlulu Ali Paşa sadrazamlığı döneminde (1706-1710)  ikamet etmekte olduğu devlete ait evi şairden geri alır ve kendisine ödenmekte olan tahsisatı iptal ettirir.

Şöhreti daha kendi çağında iken geniş bir coğrafyaya yayılan ve bilahare edebiyat tarihçileri tarafından "Şairlerin Efendisi" olarak anılan Urfalı Yusuf Nabi'nin (1642-1712) 1708 yılında sıkıntıya düştüğü bu olayla la ilgili olarak yazdığı söylenen bu gazelle ilgili olarak “Keşke yüz evi olup yüzü de yıkılsaydı da Nabi’den, böyle yüz eser kalsaydı" da denilmiştir.

Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz
[Zaman bağının baharını da gördük güzünü de; üzerimizden neş’e rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da.]

Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz
[Mevki sahibi olunca zafer sarhoşu oluverme; zîrâ böylesine mest (sarhoş) olup sabah olunca da baş ağrısı çeken binlercesini görmüşlüğümüz var.]

Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz
[Gönlü kırık olanın atıverdiği âh topunun nice büyük sultanların muhkem kalelerini yıktığını biliriz.]

Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz
[Derd ehli olanların kırıklıkla döktükleri gözyaşlarının yaptığı seller önünde nice gösterişli kâşânelerin, mâlikânelerin yerle bir olduğunu biliriz.]

Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır sermâyesi
Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz
[O garipler ki, bütün sermâyeleri can yakıcı bir âh silâhından ibarettir ama, onu şöyle bir attıkları zaman, nice hızlı süvarilerin vurulup yere serildiklerini gördük.]

Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı cây-gâh
Bî-aded mağrûrun sadr-ı i’tibârın görmüşüz
[Sadarette itibar üzere oturan nicelerini gördük ki; gün geldi de onlar el pençe vaziyette pabuçluğu mekân tuttular (yani hizmetçi oldular)]

Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd
Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz
[O elindeki –gururla kaldırıp kaldırıp- içtiğin kadeh var ya, gün gelir de dilenci çanağına döner; benzerlerini çok gördük.
Nabi aynı zamanda çok güzel bir sese sahipti ve müzik konusunda da fazlasıyla başarılı idi. "Seyid Nuh" ismiyle bazı besteleri olduğu bilinir.

Nabi bazı kaynaklara göre espriliydi.
"Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre, İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere."
"Na" ve "Bi" kelimeleri Farsça ve Arapça'da 'yok' manasına gelmektedir. Bu beyitte Nabi mahlasının oluşumunu belirtmektedir

Kabri Karacaahmed Mezarlığı'nda Miskinler Tekkesi'ne giden yolun sol kenarında olup, II. Mahmut ve II. Abdülhamit tarafından tamir ettirilmiştir.


Resim: Urfalı merhum Ressam Mustafa Ayataç'a aittir




14 Aralık 2015 Pazartesi

Doğmamış Çocuklara

Uykusuz gecelerin getirdiği çocuklar
Her zaman mavi değil bu gökyüzü bu deniz
Buruşmuş çarşafların üzerinde bilmeden
Size acı bir dünya hazırlıyor anneniz

Kapanmış kapılardan geri dönüp çaresiz
Hayatın rüzgârında savrulur durursunuz
İnsanın kuruş kuruş satıldığı devirde
Doğmayın n'olursunuz

Şiir: MUAMMER HACIOĞLU
 Fotoğraf: ADİL ÜNÜR
Mekan: İstanbul  - Sağmalcılar Metro

Tahir ile Zühre

Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte....

Mesela bir barikatta döğüşerek
Mesela Kuzey Kutbu'nu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil..

Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istersen dünyadan ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da 
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...

Şiir: Nazım Hikmet / Fotoğraf : Adil Ünür Mekan: istanbul - Balat

13 Aralık 2015 Pazar

Aziz İstanbul

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. 
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada 
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Şiir: Yahya Kemal Beyatlı / Fotoğraf Adil Ünür Mekan: İstanbul Çamlıca Tepesi

12 Aralık 2015 Cumartesi

Seven Ne Yapmaz...


Bana kollarını uzatsan biraz
Sana kul olurum seven ne yapmaz
Gel öldür bu ömür böyle tükensin
Sana bin can feda seven ne yapmaz

Bu gönül ugruna neye katlanmaz
Öl desen ölürüm seven ne yapmaz
Gel öldür bu ömür böyle tükensin
Sana bin can feda seven ne yapmaz

Güfte: Sadık Şendil / Fotoğraf: Adil Ünür
Mekan: İstanbul Eminönü Yeni Camii

11 Aralık 2015 Cuma

BİNBİRİNCİ GECE(HANCI)

Gurbetten gelmişim yorgunum hancı
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş
Aman karanlığı görmesin gözüm
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş

Sıla burcu burcu ille ocağım
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana her şeyimi anlatacağım
Otur başucuma sor yavaş yavaş

Güç bela bir bilet aldım gişeden
Yolculuk başladı Haydarpaşa'dan
Hancı n'olur elindeki şişeden
Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş

Ben o gece hem ağladım hem içtim
İki gün diyardan diyara uçtum
Kayseri yolundan Niğde'yi geçtim
Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş

Garibim her taraf bana yabancı
Dertliyim çekinme doldur be hancı
İlk önce kımıldar hafif bir sancı
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş

Bende bir resmi var yarısı yırtık
On yıldır evimin kapısı örtük
Garip bir de sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş

İşte hancı ben her zaman böyleyim
Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim
Kaldır artık boş kadehi neyleyim
Şu bizim hesabı gör yavaş yavaş

Şiir: BEKİR SITKI ERDOĞAN
Fotoğraf: ADİL ÜNÜR
Mekan: İstanbul - Eminönü Meydanı


3 Aralık 2015 Perşembe

Hayallerden Damlalar

Hayallerin ve Azmin Zaferi

Azim ve başarıyla dolu bu hayat hikayesi 4 yaşında topu peşinden koşarken geçirdiği trafik kazasında sağ bacağını kaybeden ve "Bir ayağım yoktu ama futbol oynama hayalim vardı. Her başımı yastığa koyduğumda futbolcu olacağımı, olimpiyatlarda koşacağımı canlandırdım" diyen 1989 doğumlu sevgili sporcu kardeşim Barış Telli'ye aittir.


Benim kulağım vardı ama seslerini duymuyormuşum… 


Dilim vardı ama onlarla konuşmuyor ve kalemim vardı onlarla ilgili yazmıyormuşum…

Sporun sadece engelsizlerin olmadığı felsefesini bilmiyormuşum... Ta ki o vakte kadar...

Türk sporuna aktif sporcu ve yönetici olarak birçok alanda ve kademede hizmet etmiş, Fenerbahçe yönetim kurulu üyeliğinde bulunmuş, Türkiye Futbol Federasyonu yönetim kurulu üyeliği ve asbaşkanlığı da yapmış olan sevgili Hadi Türkmen Ağabey'in (2012 yılı Kasım ayında Hakk'ın rahmetine kavuştu) rahatsızlığı nedeniyle bulunduğu TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi Ampute Bölümü'nde gazilerimizden kurulu Karagücü Ampute Futbol Takımı ile beraber ülke sporuna hizmet mücadelesinin içinde karınca kararınca görev almamız bedensel engellilerle ilgili olarak gözümüzün, kulağımızın, dilimizin açılmasına vesile olmuştu.

13 Ocak 2010 Çarşamba günü Ankara’da TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi’nde Genel Kurmay’ın müsaade ve destekleri ile Merkez Komutanı Tuğgeneral Faruk Alpaydın Paşa’nın ev sahipliği yaptığı ve Hadi Türkmen Ağabey'in, Karagücü Amtupe Takımı ile Kurtlar Vadisi’nin Memati’sinin de aralarında bulunduğu Rıdvan, Oğuz, Gökhan, Erdi, Nurettin, Beyhan ve diğer eski bazı futbolculardan kurulu Yıldızlar Karması’nı buluşturduğu gazilere moral etkinliğinde çok anlamlı bir gün geçirmiştik.

İşte insanlığı adı gibi barış güvercini , sporculuğu ise azim, cesaret, mücadele ve centilmenliğin tam da kendisi olan "Kanatlı Cesur Yürek" Barış Telli'yi Karagücü Ampute takımının oyuncusu olarak o gün yeşil sahada tanıdım. o günden beri ağabey-kardeş dostluğumuzda bana sadece onun başarılarını alkışlamak onunla gurur duymak düşüyor...

Barış, başarı merdivenlerini azimle birer ikişer çıkarak, hayallerini gerçekleştirdi.
Türkiye ampute Futbol Ligi'nde defalarca şampiyonluklar ve gol krallıkları yaşadı.
2008'de Türk Milli Takımı, Avrupa Ampute Futbol Şampiyonası Avrupa İkincisi, 2010'da Dünya Ampute Futbol Şampiyonası Dünya Üçüncüsü yine 2012'de Türk Milli Takımı, Dünya Ampute Futbol Şampiyonası'nda Dünya Üçüncüsü olurken Barış'ın golleri vardı.
2013 yılında Şampiyon Kulüpler Kupasında Turnuvanın En Değerli Oyuncusu seçilmişti.
Futbol yetmedi Barış'a, 2013 Türkiye Atletizm Şampiyonasında 3 Altın madalya kazandı rekorlar kırdı ve ülkesini milli atlet olarak temsil etmeye başladı, Berlin'de düzenlenen Grand Prix yarışmasından üçüncülükle döndü.
Barış Telli'nin şimdiki hedefi 2016 Rio Olimpiyatlarında yarışmak... "Elimden geleni yapacağım. Ülkem adına bir ilk gerçekleştirip olimpiyatlardan madalya getirmek istiyorum" diyor azmin, inancın, zaferin kahramanı, hayallerinin azimli takipçisi sevgili dostum Barış Telli... Allah yolunu açık etsin kardeşim...










2 Aralık 2015 Çarşamba

Öğretmenler Gününden Damlalar

Bizim Başöğretmen'imiz Mustafa Kemal Atatürk


Bizim Başöğretmen'imiz Mustafa Kemal Atatürk, bu nedenle tüm öğretmenlerimizin önünde saygıyla eğildik, eğiliyoruz, eğileceğiz... İnsanlığın ve İslamiyet'in yüz karası yobazların ayağının dibine diz çökmedik, çökmüyoruz, çökmeyeceğiz... Rahmet, minnet, saygı ve sevgiyle 24 Kasım Öğretmenler Günü Kutlu Olsun.



Bab-ı Ali'den Damlalar

“OLAYLAR ve İNSANLAR” Yetim Kaldı

Ortaokul ikinci sınıfta, biyoloji dersinde atmacanın kafa kesitini renkli tebeşirle kara tahtaya çizemediği için belge almıştı...

Üç yıl çeşitli işlerde çıraklık yaptı..  

Ortaokulu dışarıdan girdiği sınavlarla bitirdi...

Kabataş Lisesinde  yatılı okudu...

Bu satır başları Hasan Pulur Ağabey'in gazetecilik namusunun kırk imbiğinden geçmiş yazılarına lezzet katmış çok özel baharatların bir kaçıdır kanımca.

Ağabey diyorum çünkü merhum Pulur, benim 1970 yılında ayak basıp ve hala bulunduğum Cağaloğlu'na çok önceleri 1954 yılında Son Saat gazetesiyle adımını atmıştı.

Ve son çalıştığı Milliyet gazetesinin Cağaloğlu'ndan ayrılmasına kadar da gazetesinde, Babıali Yokuşu'nda, Nuruosmaniye Caddesi'nde, Mengene daha sonraki adıyla Adem Yavuz Sokak'ta her karşılaştığımızda önümüzü saygıyla iliklediğimiz bir büyüğümüzdü.  

60'lı yılların ikinci yarısından itibaren dağarcığımı zenginleştiren "Olaylar ve İnsanlar" da daha babacan bulduğum Hasan Ağabey ile biz çaylaklar merhum Şişman Ümit Usta'nın lokantasında öğle yemeklerinde karşılaştığımız zaman masamızda konuşmamıza ve hatta çatal kaşığımızın sesine bile dikkat edecek kadar da çekinirdik...

O Babıali'nin gerçek duayenlerin biri olma onurunu gazeteciliğine başka hiçbir işi karıştırmayarak hakkıyla kazandı...



Mekanın Cennet, makamın ali olsun Hasan Ağabey...


5 Ekim 2015 Pazartesi

Hazan Mevsiminden Damlalar

Sarıyer'de Dün Sabah...

Eylül başını çoktan aldı gitti.

Ekim'in günleri sararmış yapraklar gibi bir bir düşüyorlar takvimden.

Dün ömrümüzün bir Cumartesi sabahıydı, grilere bürünmüş.

Ve ben sonbahar'ın, İstanbul'a "Giy artık yeleğini ceketini, üşüteceksin yoksa" dediğini duyar gibiydim Sarıyer'in tarihi börekçisinde kahvaltı yaparken..

18 Eylül 2015 Cuma

Garip İnsanlardan Damlalar


KİR CESUS, EŞKO VE DİĞERLERİ...

Kir Cesus, Eşko, Denno, Çeço, Edo, Eyno, Mano, Deli Adnan, Yapamadi Mehemed Ali,
Canlı Hesap Makinası Deli Ahmo, Halle, Totte, Osman, Bakır-ı Şahe...

Hepsi Bitti… Urfa’nın deli-derviş-kaçık karışımı o sevimli garip insanları başka diyarlara, sonsuzluğa göçüp gittiler..

Bugün onlar yaşıyor olsalardı; ekonomik, sosyal, kültürel çöküntüler altında pusulası şaşmış en akıllımızın bile zil takıp oynayacak hale gelmesine vallahi acırlar ve sebep olanlara da hak ettikleri cezayı en okkalı şekilde mutlaka verirlerdi.

12 Eylül 2015 Cumartesi

İhtilallerden Damlalar

12 EYLÜL’Ü “Bizim Çocuklar Yaptı…”
Bu yazım 10 Eylül 2007 tarihinde www.urfahaber.net'te yayınlanmıştır.

Darbe haberi alındığında ABD Konsolosu’nun Pentagon’a “Our boys have done it” yani
Bizim çocuklar yaptı” diye bir mesaj çektiği rivayeti “12 Eylül darbenin arkasında
Amerika var” iddiasına kanıt olabilecek tarihi bir cümledir.
***
12 Eylül 1980’den birkaç yıl sonra Batı Karadeniz bölgemizin (şimdi il olan) şirin bir ilçesinin denize nazır bir sayfiyesinde gecenin geç saatlerine kadar uzayan bir akşam yemeğindeydik…

Temmuz ayının sıcaklığında denizden hafif hafif esen serinlik, dalga seslerini de beraber getiriyordu.
Masadaki koyu sohbette; eski Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlarımızdan, TBMM Başkanlığı yaptığı dönemde iktidarın da muhalefetin de güven ve saygısını kazanmış bir devlet adamı büyüğümüzün anlattıkları ise rivayet değil, gerçeğin ta kendisi idi:
Darbenin bahanelerinden biri olarak gösterilen cumhurbaşkanı seçilememesinin çözümüne ramak kalmıştı…. 1–2 eksik oy vardı…. Meclisin cumhurbaşkanı seçmesine darbe ile engel olundu…” diyordu.

9 Eylül 2015 Çarşamba

Beddualardan Damlalar

2 günde 31 şehit... Bu Urfa Bedduaları yerini bulur inşallah..



''Ah deyesen kan kusasan''
''Allah siye dert vere derman vermiye''

''Betrey söne, canıya ataş düşe''
''Cigeri agzıya gele''
''Cigeri tahtalarda doğrana''
''Çıra kımın yanasan, epriyesen çüriyesen''
''Her tıkey bi dağda kala''
''İki göziy avcuma düşe, işşiğıy söne''
''Sen olasan parça tike olasan''
''Son hamamıyız ola''

''Kanıya bölenesen''
''Kökiyiz kurıya''
''Kan kusasan, irin ahtarasan''
''Kani pohi bi delikten gele"
''İki yakay bi araya gelmiye"
'' zabanılar senı parçalıya"
'' kanlı gömleği gele"
'' Gidesen dört gişinin çininde gelesen"
''Farş olasan"
''Kapi kuş pokundan sıvana”

“Allahidan bulasan bi araba alasan aldığı arabanın yazın açilmayan camı kışın heç kapanmaya heste olasan geberesen inşallah”

6 Eylül 2015 Pazar

Spor Medyamızdan Damlalar

Türk spor basınının "Onur Belge"si...

Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD) eski başkanlarından gazeteci yazar Onur Belge'yi kaybettiğimizi üzülerek öğrendim. Kınalıada'daki evinde sabah 05.00 sularında kalp krizi geçiren Belge, yapılan bütün müdahalelere rağmen kurtarılamamış..
Abi diye hitap ettiğim ustayla 2002-2006 yılları arasında TSYD başkanlığı yaptığı iki dönemin ilk yıllarında tanışmıştık. Kapısı da telefonları da her zaman bize açık olmuştu...
Onur Belge; 1946 yılında İstanbul'da doğmuş İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'nde eğitim yapmış aydın ve adı gibi onurlu bir insandı.

3 Eylül 2015 Perşembe

Ege'den Damlalar

Şu İzmir'den aman...


Günün ilk saatleri olmasına rağmen Sabuncubeli yokuşundan görünüşünde İzmir adeta buharlaşıyor gibiydi. 29 -30- 31 Ağustos günlerini İzmir 'e bağlı Payamlı merkez olmak üzere Seferihisar, Ürkmez,Gümüldür ve Özdere'de geçirdik. Ege'nin mavisini, yeşilini bol oksijenine katık yapıp ciğerimize doldurduk. Ahmet Yamacı'dan alınan şu güzel İzmir türküsü dilimize imbat gibi vurdu Ege sahillerinde;

Şu İzmir'den (aman) çekirdeksiz (efem de) nar gelir
Sırma cepken (cepken) ince bele (efem de) dar gelir
Şu gençlikte (aman) ölüm bana (efem de) zor gelir
Güzel İzmir (aman) Kordon Boyu (efem de) şen olsun
Beni senden (senden) ayıranlar (efem de) kör olsun