Sayfalar

HAKKIMDA



8.Ocak.1957 tarihinde Urfa'da Yusufpaşa Mahallesi, Eğri Sokak 29 Numaralı evimizde evlatları olduğum için yüce Yaradan'a şükrettiğim   ev hanımı Emine Ünür ile gazeteci matbaacı Rifat Ünür'ün sekizinci ve son çocukları olarak dünyaya gelmişim.

Her Urfa evi gibi evimiz de hayatlıydı. Hayatın ortasında gül, limon ve portakal ağaçlarının bulunduğu bahçesi, etrafında renk renk çiçekli saksılar, arzelesinde beyaz ve kırmızı üzüm veren asması, asmanın altında curun, curunun tam karşısındaki köşede ise su küpü vardı.

Yazın bazen hayatta çoğunlukla da damda yatılırdı. Damda yattığımız yaz gecelerinde Atlas, İnci, Türkmen adlı yazlık sinemalardan gelen filmlerin sesleri ile Yaman Saz'dan yükselen şarkıların ahengi kulağımı okşar; gözlerim gökyüzündeki yıldızların ihtişamını seyrederken  uykuya dalıp giderdim.

Evin ben dahil 5 çocuğuna  Kur'an eğitimi için haftanın 5 günü gelen Sedreddin Hoca Efendi'ye "Hocam sen ananın neresinden doğdun" diye  sormamış olsaydım belki de Türkçe okuyup yazmayı öğrenmeden önce Arapça okuyup yazmayı sökecektim.

Sokağımızdaki tüm arkadaşlarım gibi ben de Vatan İlkokulu'nda ve  Orta 3. sınıfa kadar da Urfa Lisesi'nin orta bölümünde okudum.

***
Bu yaşa kadar çocukluk ve ilk gençlik günlerim sokağımızda, mahallemizde farklı etnik kökenden ailelerin bugün özlemle hatırladığım mükemmel komşuluk ilişkileri arasında geçti.

Sokakta, okulda, çarşıda aynı ya da ayrı etnik köken, arkadaşlık ve dostluk için asla bir değer ölçüsü olmadı.

Hiçbir etnik köken, komşular arasındaki birlik ve dayanışmanın daha az veya daha çok olması için gerekçe olmadı.

Farklı dilleri  konuşuyor olmak biz çocukların birbirimize kardeş gibi bağlanmasına hiç engel olmadı.

Düğünler, düğün salonlarında değil, mahallenin büyük hayatlı(avlulu) evlerinde yapılırdı.

Doğumun sevinci, ölümün acısı; gurbette olanın özlemi, baba ocağına kavuşanın göz aydınlığı bir aile gibi olmuş bütün mahallelinin ortak duyguları olurdu.

Ya analarımız?
Kış için isot, frenksuyu(salça), reçel(biber salçası), şire, şehriye, bulgur hazırlarken; ekmek yapıp, ges(çamaşır) yıkarken daima yardım ederlerdi  birbirilerine.

Devlet büyüklerinin bizleri kendi ağızlarıyla parçalara bölmediği, ulusal bütünlüğe ve ulusal değerlere sahip çıkmanın ayıp sayılmadığı, huzurlu günlerin yaşandığı yıllardı o yıllar.

Şimdi seneler sonrası düşündüğümde sevgi, saygı ve paylaşımla süslenmiş bu birlik ve beraberliğin ne demek olduğunu ve kıymetini çok daha iyi anlıyorum.

***
İstanbul'u 1964 yılından beri az çok tanıyordum. 1970 yılı Ekim ayında taşındığımız İstanbul'da yeni yerimiz-yurdumuz tam da o dönem kolera salgının canlar aldığı ve bu nedenle sonradan adı Bayrampaşa olacak Sağmalcılar'dı artık. Yenidoğan Mahallesi Sakin Sokak No.4'ün 2 ve 3.katlarında 9 yılım geçti.

Sağmalcılar Lisesi Orta kısmı 3-B sınıfına 1989 numarayla kayıt olduğum 45 yıl öncesini dün gibi hatırlıyorum. Müdür Muavinleri Şenal Sölpiker, Tahsin Çayır, Fahri Babaç ve Mehmet Eryazıcı hocalardı. Sağlam bir eğitim aldığımız o yıllarda semtten ve okuldan edindiğimiz arkadaşlıklarımız 45 yıldır dostluk boyutuna ulaşmış hatta kimileriyle de kardeşlik yakınlığında sürüyor bugün.

5 yıl süren Sağmalcılar Lisesi yıllarıma ilaveten 1975-79 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi U.E.S.Y.O Tekstil Bölümü'nde  Esin Sezgintüredi, Nurullah Berk, Sabri Berkel, Sabih Gözen, Gevher Bozkurt, Yüksel Ülken, Safa Erkün, Bahattin Şeber, Bihrat Mavitan gibi çok değerli hocalardan edindiğim birikim ve  bu dönemdeki   okul  arkadaşlarımın insanlığı    hayata pozitif bakan kişiliğimin çok önemli kilometre taşlarıdır.

1979 yılında Tekstil Dizayneri olarak Metsaş Mefruşat A.Ş'de Müdür Yardımcısı olarak başlayan tekstil sektöründeki meslek hayatım 1983 yılında askere gidinceye kadar sürdü.

Dönüşte 1970 den beri bildiğim Babıali'deki baba mekanında, tasarım ve pazarlamayı üstlendiğim  baba mesleği matbaacılığa giriş o giriş. Bugün  kendi firmam olan Doğuş Matbaacılık ve Reklamcılık adlı işyerimle çocukluğumdan beri bildiğim sektörde iş hayatıma Babıali yani Cağaloğlu'nda devam ediyorum.

1984 yılında  doğan kızım Ece ve 1987 yılında doğan oğlum Efe yüce Yaradan'ın lütfu olarak hayatımın  en büyük mutlulukları ve değerleri oldular.

***
Bu yürek ve akıl ile yolumuz da yoldaşlarımızda belli.

Hakk'ın yardımıyla, vatana ve millete hizmet yolunda, Atatürk ilke ve devrimlerini rehber edinmiş olanlara çok saygı duyuyorum.

Çağdaş uygarlığı kendi öz kültürümüzden hiçbir ödün vermeden kucaklayanlara çok saygı duyuyorum.

Şehitlerimizin kanlarıyla sınırları çizilmiş ve asil bir kavganın neticesinde kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ferdi olmaktan onur duyanlara çok saygı duyuyorum.

3 kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu’nu ve gelip geçmiş bütün Türk Devletlerini tarihi bilip, o tarihle gururlananlara çok saygı duyuyorum.

Karacaoğlan’ın da, Emrah’ın da; Fuzuli’nin de, Yahya Kemal’in de dilinde kendini bulanlara çok saygı duyuyorum.

Nazım’ın da, Necip Fazıl’ın da şiirlerini kendinin bilenlere çok saygı duyuyorum.

***
Elbette yaşam standardımız daha iyi olmalı. Elbette sağlıkta, eğitimde, hukukta daha iyi seviyelerde olmalıyız. Elbette daha çok demokrasi,daha çok özgürlük ve daha çok eşitlik bu milletin de hakkı.
Ama  bunu gerçekleştirirken ondan daha önemli hiçbir değerin olmadığını daha ilk mektepte öğrendiğimiz bağımsızlığımızdan asla ödün vermemeli...
Farklılıklarımız kültür zenginliğimizdir, ortak değerlerimiz etrafında kardeşçe birleşmeli...  
Vatan kavramının insanlara değil hayvanlara özgü bir şey olduğunu hem de Allah’ın adını ağızlarından eksiltmeden söyleyen, ama aslında kalplerinde Allah sevgisi de Allah korkusu da olmayan yeni mandacılara "yeter artık, dur "demeli.

Canlı- cansız yaratılmış her varlıkla paylaştığımız dünya hayatındaki varoluş hikmetini düşünmeli, değerini bilmeli ve ömrün bir gün sona ereceğini de asla unutmamalı....

Hayatıma değer katan, huzur ve mutluluk veren herkese binlerce teşekkürler.

Güleryüzlü saygılarımla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder