Sayfalar

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Hayat bin Kays el-Harrani Hazretleri...

Peygamberler şehri Urfa'nın düzlüğündeki Harran Ovası'nı farklı kılan sadece  dünyanın ilk üniversitesinin burada olması ve bereketli topraklara sahip olması değil elbette.

İnsanlığı hayatı anlamaya davet eden, maneviyat önderlerinden, ariflerin ileri gelenlerinden, namını ise yaşadığı Harran'dan alan Hayat bin Kays el-Harranî Hazretleri bu farklılığın bir başka değeridir.

1100'lü yıllarda Harran'a yerleşen Harrani Hazretleri, burada insanlara yanmayı ve pişmeyi öğretmiş bir büyük evliyadır. 1185 yılında vefat edene kadar, gönül dergahına gelenler ilminin feyzinden istifade etmişlerdir.

Günümüzde de  manevi makamını ziyaret etmekte olan insanlar ruhsal yorgunluklarını, susuzluklarını bu rahmet deryasından manevi aşk iksiriyle gidermekte ve huzur bulmaktalar.

Hayat bin Kays hazretleri büyük himmet sâhibi olup, yüksek makamlara kavuşmuştu. Keşf ve kerametleri, açık ve meydanda bir zat idi. Allahü tealaya yakınlık derecesi bakımından yüksek bir mevkide bulunuyordu. Hakikat ilimlerinde derin bilgisi vardı. Sayısız kerametleri yanında, hikmetlerle dolu, yüksek hakikatleri açıklayan sözleri çoktur.

O, her yönden ilim ve hal sahiplerine ışık tutmuş ve kendisine ilim, hal ve zühd yönünden reislik verilmiştir. Bu hususlarda, pek çok velî kendi talebelerinin terbiyesini ona havale etmişler ve onun sayesinde nice kimse makam ve hal sahibi olmuştu.Sultan Nûreddîn Zengî ve Sultan Selahaddin-i Eyyubi de ziyaret ederdi.

Harran'da vefat edince, türbesi 1195 tarihinde, Harran surlarının kuzeybatı tarafında ve sur dışındaki mezarlığa inşa edilmiştir. Hz. İbrahim'in babası Azer (Tarah)'in de buraya defnedildiği söylenmektedir. Türbenin güneyine bitişik olarak camii bulunmaktadır.

Hayat bin Kays el-Harrani Hazretleri adına yapılan camiye giriş, doğu cephedeki taç kapıdan olmaktadır. Kapı üzerindeki kitabede: “Bu meşhed'in (türbe) Hayat İbn-u Kays'ın oğlu Ömer'in emri ve kız kardeşinin oğlunun eliyle 592/1195 tarihinde yaptırıldığı” yazılıdır.

Hayat el- Harrani hazretleri ölümünden sonra da tasarrufu devam eden 4 büyük evliyadan biri olarak kabul edilmektedir.







19 Mayıs 2016 Perşembe

Deniz Gezmiş'in Önderliğinde Samsun'dan Ankara'ya "Mustafa Kemal Yürüyüşü"

Tarih, 29 Ekim1968 yani Cumhuriyetimizin kuruluşunun 45. yıldönümü...

Dev­rim­ci Öğ­ren­ci Bir­li­ği (DÖB), An­ka­ra Üni­ver­si­te­si Ta­le­be Bir­li­ği (AÜTB), Tür­ki­ye Mil­li Genç­lik Teş­ki­la­tı (TMGT), Or­ta Do­ğu Tek­nik Üni­ver­si­te­si Öğ­ren­ci Bir­li­ği (OD­TÜ­ÖB) tem­sil­ci­le­ri or­tak­la­şa bir yü­rü­yüş için Ankara'da top­lan­ırlar.

Yü­rü­yüş Sam­su­n'­dan An­ka­ra'ya doğ­ru ya­pı­la­cak, 10 Ka­sı­m'­da Anıt­ka­bi­r'­de Ata'­nın hu­zu­ru­na çı­kı­la­rak son­lan­dı­rı­la­cak­tır, adına da
“Tam Ba­ğım­sız Tür­ki­ye İçin Mus­ta­fa Ke­mal Yü­rü­yü­şü” kararı verilir.

Yürüyüşlerinin amacını yayınladıkları bildiride şöyle duyururlar: “1919'da baş­la­yan Mus­ta­fa Ke­mal dev­ri­mi ken­di­sin­den son­ra ge­len yö­ne­ti­ci­ler ta­ra­fın­dan ama­cın­dan sap­tı­rıl­mış, Cum­hu­ri­ye­t'­in bü­tün ku­rum­la­rı yoz­laş­tı­rıl­mış­tır. Bu­gün Tür­ki­ye­miz, dün­ya­da ilk an­ti-em­per­ya­list ve an­ti-ka­pi­ta­list dev­ri­mi ger­çek­leş­ti­ren Mus­ta­fa Ke­ma­l'­e rağ­men ya­ban­cı­la­rın des­tek­le­di­ği kar­şı dev­rim­ci­le­rin et­ki ala­nı­na gir­miş­tir. Biz Mus­ta­fa Ke­mal genç­li­ği ola­rak, sap­tı­rı­lan dev­ri­mi ra­yı­na oturt­ma­ya azim­li­yiz, ka­rar­lı­yız. Bu­gün baş­la­yan yü­rü­yü­şün ama­cı bu­dur.”

30 Ekim 1968 tarihinde  yü­rü­yü­şün baş­lan­gıç ye­ri olan Sam­su­n'­da Sa­at 13.30'da Ata­türk anı­tı­nın önün­de bir da­ki­ka­lık say­gı du­ru­şun­da bu­lun­up  İs­tik­lal Mar­şı­‘nın ar­dın­dan Türk Bay­ra­ğı'­nı aça­rak yo­la ko­yulur 24 yiğit dev­rim­ci genç…

Bir avuç­ken gün geç­tik­çe ka­la­ba­lık­la­şa­cak­ de­niz ola­cak­lardı.

Ne­şe­li, inanç­lı, başları dim­dik ve alınları aktı.

El­le­rin­de “Tam Ba­ğım­sız Tür­ki­ye İçin Mus­ta­fa Ke­mal Yü­rü­yü­şü­” ya­zı­lı bez pan­kart var­dı.

20 ki­lo­met­re yü­rü­müş­ler­di ki, ön­le­ri ke­sil­di. 15 po­lis, ka­nun­suz yü­rü­yüş yap­tık­la­rı id­di­asıy­la genç­le­ri Sam­sun Em­ni­yet Mü­dür­lü­ğü'ne gö­tür­dü. Ha­kim kar­şı­sı­na çı­kan öğ­ren­ci­ler­den Boz­kurt Nu­hoğ­lu du­ruş­ma­da “Sa­yın yar­gı­cım, bu­ra­da bi­zi, 24 gen­ci de­ğil, Mus­ta­fa Ke­ma­l'­i, O'­nun il­ke­le­ri­ni yar­gı­lı­yor­su­nu­z” de­di.

Yar­gıç bu ka­rar­lı söz­ler kar­şı­sın­da elin­den ka­le­mi bı­ra­ka­rak, “Ne bu­gün, ne de bu­gün­den son­ra hiç­bir ha­kim, Mus­ta­fa Ke­ma­l'­i ve O'­nun il­ke­le­ri­ni yar­gı­la­ya­ma­z” de­di ve Mus­ta­fa Ke­mal Ata­tür­k'­e bağ­lı­lı­ğı­nı be­lirt­tik­ten son­ra du­ruş­ma­yı er­te­le­di.
Ser­best­ti­ler. Pes et­me­yip, tür­kü­ler­le marş­lar­la de­vam et­ti­ler yü­rü­yü­şe....

Yol­da en bü­yük des­te­ği öğ­ret­men­ler­den al­dı­lar. Köy­lü­ler da­ha yir­mi­li yaş­la­rın ba­şın­da­ki bu ay­dın­lık genç­le­ri ev­le­rin­de ağır­la­dı, er­zak yar­dı­mın­da bu­lun­du .

Gün geç­tik­çe 24 sa­yı­sı art­tı; baş­ta FKF ol­mak üze­re di­ğer genç­lik ör­güt­le­ri de yü­rü­yü­şe ka­tıl­ma­ya baş­la­dı.

Yü­rü­yüş tüm namusuyla de­vam et­tik­çe de­di­ko­du­lar da art­ma­ya baş­la­dı.
En vurucu palavraları “Yü­rü­yüş­çü­ler Anıt­ka­bi­r'­e gi­rer­ken bir grup ey­lem ko­ya­cak. Ey­lem ko­yan bu grup ta­ra­na­cak ve o ge­ce dar­be ola­cak!” iddasıydı.
Gü­nü­müz­de de ne ka­dar sık duyduğumuz  söz­ler değil mi?
Din­ci ba­sın da pro­vo­kas­yon için ça­ba­la­ya­cak, dö­ne­min Bu­gün  adlı ga­ze­te­sin­de şu sa­tır­lar ya­yın­la­na­cak­tı:
“Tür­ki­ye'de­ki ko­mü­nist­le­rin di­lin­de “111111” di­ye bir pa­ro­la do­laş­mak­ta­dır. Bu ne­dir? Şif­re­li laf­lar­dan an­la­yan­la­ra ba­kar­sa­nız bu­nun ma­na­sı 11'in­ci ayın 11'in­ci gü­nü, sa­at 11'de de­mek­tir ya­ni, bu ta­rih­te ha­re­ke­te ge­çe­cek­ler­dir. Da­ha ay­lar­dan ön­ce, bu Ka­sı­m'­da çok şey­ler ola­ca­ğı­nı her­kes söy­lü­yor­du. İş­te Ka­sım gel­di çat­tı. Ko­mü­nist­ler ser­best­çe teş­ki­lat­la­nı­yor, ser­best­çe pro­pa­gan­da ya­pıp, ser­best­çe ih­ti­la­le ha­zır­la­nı­yor­lar. Sa­yın Cum­hur­baş­ka­nı, Baş­ba­kan, Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı, İçiş­le­ri Ba­ka­nı ve Mil­li Gü­ven­lik Ku­ru­lu Ge­nel Sek­re­te­ri ve Mu­ha­le­fet li­der­le­ri… Mil­let göz­le­ri­ni siz­le­re dik­miş­tir. İp­le­ri Mos­ko­va'dan oy­na­tı­lan kı­zıl anar­şist­le­re kar­şı en sert ted­bir­le­rin alın­ma­sı­nı bek­li­yor.”

Bu­gü­nün kış­kır­tı­cı yan­daş­la­rı­nın kim­ler­den türediği al­dı­ğı bel­li de­ğil mi?

CHP Ge­nel Baş­ka­nı İs­met İnö­nü ise, “Genç­le­rin, de­mok­ra­si düş­man­la­rı­na fır­sat ve­re­bi­le­cek her tür­lü dav­ra­nış­tan ka­çın­ma­la­rı­nı­” is­te­di.

Tür­ki­ye ne­fe­si­ni tut­muş yü­rü­yü­şü ta­kip edi­yor­du…

Din­ci yo­baz­la­rın, ge­ri­ci­le­rin yü­rü­yüş­te­ki genç­le­re sal­dı­ra­ca­ğı, Anıt­ka­bi­r'­de olay­lar çı­ka­ra­ca­ğı ko­nu­şu­lu­yor­du.

An­ka­ra'ya var­ma­ya çok az kal­mıştı…

İnö­nü'nün sert çı­kı­şı ve pro­vo­kas­yon ya­pı­la­ca­ğı id­di­ala­rı üze­ri­ne TMGT, AÜTB ve AYOTB yü­rü­yüş­ten çe­kil­me ka­ra­rı al­dı.

Bir ta­şın üze­ri­ne çı­kan De­niz Gez­miş tep­ki­si­ni şöy­le di­le ge­tir­di:
“Kü­çük bur­ju­va dev­rim­ci­le­riy­le, kü­çük bur­ju­va re­for­mist­le­riy­le hiç­bir za­man, hiç­bir ey­lem­de bun­dan son­ra be­ra­ber ol­ma­ya­ca­ğı­mı­za; em­per­ya­liz­me, em­per­ya­liz­min yer­li iş­bir­lik­çi­le­ri­ne kar­şı sa­vaş­tı­ğı­mız gi­bi bun­dan son­ra da kü­çük bur­ju­va dev­rim­ci­le­ri­ne, re­for­mist­le­ri­ne kar­şı sa­va­şa­ca­ğı­mı­za ant içe­riz.”

Tüm bu olum­suz ge­liş­me­ler so­nun­da An­ka­ra'nın gi­ri­şin­de Ka­ya­ş‘­ta  yü­rü­yüş son­lan­dı­rma kararı alındı ama Anıt­ka­bi­r'­e git­mek­ten vaz­geç­me­di­ler.

10 Ka­sım 1968'de sa­at 13.30'da, yan­la­rın­da ge­tir­dik­le­ri çe­lenk­le Ata'­nın hu­zu­run­da bu­luş­tu­lar.
Anıt­ka­bir özel def­te­ri­ne şun­la­rı yaz­dı­lar:
“Bü­yük Ön­der, Ame­ri­kan em­per­ya­liz­mi­ne kar­şı ikin­ci Mil­li Kur­tu­luş Sa­va­şı­mız'da izin­de­yiz. Mil­li Kur­tu­luş Sa­va­şı­mız yok edi­le­mez. Onu yok et­mek için bü­tün Türk Mil­le­ti'­ni yok et­mek ge­re­kir. Tam Ba­ğım­sız Tür­ki­ye İçin Mus­ta­fa Ke­mal Yü­rü­yüş­çü­le­ri­”

Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhuriyetimizi emanet ettiği gençlerimizin1968'de Samsun'dan başlattığı “Tam Ba­ğım­sız Tür­ki­ye İçin Mus­ta­fa Ke­mal Yü­rü­yü­şü”  hala sürüyor mu?

Ne  dersiniz?



16 Mayıs 2016 Pazartesi

Kırkikindi Yağmurları...

Kırkikindi yağmurlarının tam zamanı, hele de İç Anadolu'da... Dün gece İstanbul'un kirini, pasını, günahlarını yıkıyormuşçasına yağan yağmur bana Kırkindi yağmurlarını anımsattı.

Kırkikindi, Anadolu'da  yaz ve kış başlarında genelde öğleden sonra, ikindi saatlerinde görülen alışılagelmiş yağışlara halk arasında verilen isimdir. Bu yağışlara, genelde ikindi vakti başladığı ve 40 gün yağdığına inanıldığı için kırk gün, ikindi vakti yağan yağışlar anlamında Kırkikindi yağışları denmiştir. Lakin, 40 gün sürmelerinin bilimsel bir dayanağı yoktur..

Gün boyu  altında külhan yanıyor gibi  ısındıkça ısınmıştı İstanbul dün... İkindide  değil ama gece; şimşek, gökgürültüsü, sağanak halinde boşalan yağmurun İstanbul'u pir ü pak etmesi mümkün değildi ama sonrasında verdiği serinlikle rahat bir uyku uyuttu hele de buna en çok ihtiyacı olanlara...

Kırkikindi yağmurlarına  memur ıslatan yağmurları da denmesi memurların tam iş çıkışı yağıp onları duraklarına ya da evlerine kadar sırılsıklam ettiği için.

Ben "ahmak ıslatan yağmurunda" ıslanmaktansa böyle şar diyeee boşalan yağmurda ıslanmayı tercih ederim. sonrasında çıkacak  gökkuşağının altına doğru yürüyerek kurumanın keyfi de bir başka olacaktır çünkü...

Bazen  ruhumuzda hissederiz, bir başka deyişle biz kendimiz oluruz Kırkikindi yağmuru Necati Cumalı'nın mısralarındaki gibi...

Kırkikindi Yağmurları

Sabahları aşık değilim dedim
Hakikaten de öyleyimdir
Her sabah rahat, neşeli olurum
Hatta sesime bakmadan türkü söylerim

Herkes gibi işime giderim ben de
Çalışmak sanki özlediğim bir şeydir
Sonra yavaş yavaş o aklıma gelir
Havam bulutlanır gitgide
Peşinden koşmaktan yorgun düşerim

Çekilmez olur artık şehir
Bilirim şimdi kırlarda
Bir hayvan sakince suya eğilmiştir
Trenler geçip giderken küçük kuşlar
Durmadan yer değiştirir telgraf tellerinde

Gitsem gezinsem derim limanda
Rıhtım kahvelerinden birinde otursam
Bir şey içsem ve dönsem
Değiştirsem elbisemi,
Yahut uzanıp saatlerce uyusam
Belki bu dertten kurtulurum
Derim ama akşam olur
Gene kapına düşer yolum.

  

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Marko Paşa'dan "Türkiye Tıp Akademisi'ne..."

Marko Paşa'nın kim olduğunu  bilmeyen çoktur. Lakin haksızlığa, adaletsizliğe karşı yakınmayı dinleyecek kimsenin olmadığını vurgulamak için söylenen "Anlat derdini Marko Paşa'ya" deyimini bilmeyen hemen hemen yok gibidir.

Asıl adı Marko Apostolidis olan Marko Paşa 1814’te doğmuş. Sakızlı bir Rum olan Marko Paşa, 1861'de Sultan Abdülaziz Han’ın hekimbaşılığına getirilmiş. Kırımlı Aziz Bey'le birlikte Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'nin (Türkiye Kızılay Derneği) kurulmasına katkıda bulunmuş. 5 Aralık 1888 tarihinde Burgaz Adasında ölen Marko Paşa'nın mezarı Kuzguncuk Rum Ortodoks Kabristanı'nda...  Çok sabırlı bir hekimmiş. Hastalarını uzun uzun sabırla dinler, dertlerine tıbbi yönden yardımcı olmakla birlikte, onlara manevi huzur ve rahatlık vermeye de özen gösterirmiş.

 Marko Paşa'yı konu etmemin sebebi toplumun geniş kesimi olarak derdimizi anlatacak bir Marko Paşa'ya olan ihtiyacımız olduğu kadar 1867'den beri  Ülkemize ve Türk Tıbbına  büyük katkıları olmuş ve halen de katkıları devam eden Türkiye Tıp Akademisi' ne (o yıllardaki adıyla Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye) 1871'den vefatına kadar başkanlık etmiş olması.

Günümüzün Türkiye Tıp Akademisi Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı çok değerli büyüğüm  Prof. Dr. Sayın Ertuğrul Göksoy'un davetlisi olarak 27 Nisan 2016 Çarşamba günü  Türkiye Tıp Akademisi ve İstanbul Üniversitesi  Cerrahpaşa Tıp Fakültesi  Genel Cerrahi Ana Bilim  Dalı'nın MESEM Salonundaki Ortak Toplantısı'nda muhterem hekimlerimizle birlikte bulunmanın  onurunu yaşadım, Türk tıbbının unutulmuş ve bilinmeyen yiğit mücadelelerini öğrenmekten ziyadesiyle memnun oldum.

Akademi'nin yanında aynı zamanda 107. yılında olan  Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi  Kliniği Başkanı  Prof. Dr. Ertuğrul Göksoy, Fakülte'nin Dekanı Prof. Dr. Alaattin Duran ile Prof. Dr. Ayten Altıntaş, Prof. Dr. Sabriye Demirci, Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, Prof. Dr. Bülent Berkarda, ve Prof. Dr. Erol Düren'in  konuşmaları sayesinde dağarcığıma yeni bilgi  ve kültür zenginlikleri kattım.

Toplantının ev sahibi olan Prof. Dr. Sayın Göksoy'un, açılış konuşmasından sonra yaptığı "Tıp Akademisi'nin Ufku ve Amaçları", "Türkçe Cerrahi Kitapları ve Müderris Dr. Saadettin Koçer. Türk Cerrahisinin ve tıbbının Unutulanları" ve  "Türkiye Tıp Akademisi'nin Kuruluşundan Günümüze Başkanları ve Prof. Dr. Kemal Önen" başlıklı  sunumlu konuşmalarında Türk tıbbının vardığı bugününe nasıl bir mücadele  ve emekle gelmiş olduğunu tarihi bilgi ve belgeleriyle ortaya koyarken zaman su gibi akıp geçti. Halkımıza şifa vermek için gecesini gündüzüne katmış  tüm hekimlerimizi saygıyla selamlıyor, vefat etmiş olanlara rahmet diliyorum.

Türkiye Tıp Akademisi 1867'de başlayıp 149 yıla ulaşan geçmişiyle  ülkemizin ilk tıp derneklerinden ve İçişleri Bakanlığı kayıtlarına göre günümüzde Türk tarihinde faaliyet gösteren 4 numaralı dernektir.

Toplantının konusu  "Türkiye Tıp Akademisinin Türk Tıbbına Katkıları" idi...
1857'de ülkedeki yabancı hekimler tarafından  Sultan Abdülmecid'in izniyle kurulmuş olan "Societe de Medecine de Constantinople - Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane"  daha sonra Türk Tıp Cemiyeti adını almış ve dernek halen  Türk Tıp Derneği olarak faaliyetini sürdürmektedir.

Fransızca yapılan tıp eğitiminden, Fransızca  tıp kitaplarından ve Fransızca yapılan toplantılardan  Türkçe tıp sözlüğüne, Türkçe tıp kitaplarına, Türkçe tıp eğitimine geçilirken bunu amaçlayanların Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nazırı ve Hekimbaşı Salih Efendinin öncülüğünde verdikleri şanlı bir mücadele var ki bu direniş eğitim tarihimiz için de bir destandır...

2 Ocak 1867'de ilk olarak Türkçe eğitim yapan  Mülki Tıbbiyesi kurulmuş, 3 Mart 1867'de Sultan Abdülaziz'in tasdik etmesiyle günümüzdeki ismi Türkiye Tıp Akademisi olan  " Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye" kurulmuştur. Uzun yıllar boyunca  Türkçe tıp kitaplarının basımını ve Türkçe tıp sözlüklerinin yazılması  ve dağıtımını bu çatı altındaki inançlı kadrolar sağlamıştır.

1923'de Cumhuriyetin ilanından sonra dernek "Türkiye Tıp Encümeni" adını almış ve ilkinde  Atatürk'ün de  bizzat katıldığı "Milli Türk Tıp Kongreleri" düzenleme görevini üstlenmiştir. Bu kongrelerin konuları toplumu geniş çapta ilgilendiren sıtma, tüberküloz, trahom gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadeleyi ve hekimlerin bilgilenmesini sağlayan sağlık politikaları olmuştur. Dernek ayrıca milli raporların olduğu kongre kitapları ve  arşiv niteliğinde dergiler çıkarmıştır.

1968'de   "Türkiye Tıp Akademisi" adını alan dernek,  2000 yılına kadar ülkemizin değişik şehirlerinde Milli-Ulusal  Kongreler düzenlemiş,  sonraları daha çok genel sağlık sorunları, tıp eğitimi ve tıp etiği üzerine yoğunlaşmıştır. Türkiye Tıp Akademisi, esas amacı olan "Halka sağlık açısından faydalı olmak" hedefinden  149 yıldır asla uzaklaşmamıştır.

Fotoğraflar:
Başkan Prof.Dr.Ertuğrul Göksoy
Eski Başkan Prof.Dr.Sabriye Demirci'ye teşekkür belgesi verilmesi
Eski Başkanlardan Prof.Dr.Kemal Önen (1923-2015) oğlu, kızı ve gelini ile birlikte
Eski Başkan Prof.Dr. Hüsrev Hatemi'ye  teşekkür belgesi verilmesi
Eski Başkan Prof.Dr.Nazif Bağrıaçık adına  teşekkür belgesinin Nazif Hocanın kızı, Kemal Önen'in gelini Sevil Bağrıaçık Önen' verilmesi  


1 Mayıs 2016 Pazar

İLK "1 MAYIS" ŞİİRİ....

Ülkemizde ilk 1 Mayıs şiirini yazmış olan şaire Yaşar Nezihe hanımın acılarla dolu hayatını, bu hayata yılmayıp direnmiş kişiliğini ve eserlerini değerlendirişini sizlerle (Edebiyatımızdan Damlalar..."KENDİ GELEN" ya da YAŞAR NEZİHE HANIM... ) başlığıyla 19 Şubat 2015'de sayfamda paylaşmıştım.
“İlk kadın işçi şair” “İlk sosyalist kadın şair” şeklinde isimlendirmeler, Yaşar Nezihe’nin toplumsal olaylara duyarlılığının popüler tanımlarıdır. Türkiye ve sosyalizm konulu araştırmaların çoğunda yer almasına sebep sosyalist içerikli olduğu ileri sürülmüş dört şiiri ve komünizm suçlaması ile tutuklanmış olmasıdır. Yaşar Nezihe Bükülmez, işçi grevine destek verici nitelikteki “1 Mayıs” adlı şiirini Mayıs 1923’te yayınlar.

1 MAYIS

Ey işçi…
bugün hür yaşamak hakkı seninken
patronlar o hakkı senin almışlar elinden.

sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?

rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.

zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.

sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.

Ey işçi…
mayıs birde bu birleşme gününde
bişüphe bugün kalmadı bir mani önünde…

baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz

patron da fakir işçilerin kadrini bilsin
ta’zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin.

dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.
bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.

herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say…

birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü.
ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.

sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
sen olmasan etmezdi teali medeniyet.


boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.