Sayfalar

9 Şubat 2017 Perşembe

ÜNZİLE...

Aslında Ünzile'nin hikayesi geri kalmışlığın hikayesidir. Aslında Ünzile Türk kadının hikayesidir. İnsan yaşamının, onurunun hiçe sayılmasının hikayesidir. Hala  kız çocukları mal gibi alınıp satılmakta, bir ömür geçireceği kişi başkaları tarafından seçilmektedir. Aysel Gürel'e bu sözleri yazdıran Ünzile'nin hikayesi  Gürel'in Anadolu turnesinde mola verdiği bir köyde başlar, bu köyde Ünzile ile karşılaşır. Biraz sohbet ettikten sonra Ünzile'nin hayatını dinler. Ünzile çok ufak yaşta evlendirilmiştir. Evleneceği kişiyi görücüler seçmiş, birkaç koyun karşılığı isteyen kişiye ufak yaşta teslim edilmiştir. Ufak yaşta gördüğü baskıdan dolayı artık kendine çizilmiş kadere razı gelmiştir. Olaylara ses çıkartamamaktır. Gördüğü baskı ve yaşam biçimi onu dünyanın sadece kötü olduğuna inandırmıştır.." Aysel Gürel de çaresizliği bu şarkıyla anlatmaya çalışmıştır. Sezen Aksu'nun ve Şebnem Ferah'ın müthiş yorumlarıyla ayrı bir anlam kazanmıştır Ünzile... Birde şarkıyı bundan sonra dinleyin.Eminim daha bir anlamlı gelecektir. Çünkü bu bir şarkı olduğu kadar çaresizliğin haykırışıdır...

 
Ünzile insan dölü
On kardeş beşi ölü
Büyüdükçe unufak
Ve gelir de görücü

İnci gibi dişi
Görücü bilir işi
Söğüdüm ağlar gider
Olur hatun kişi

Varmadan sekizine
Ergin oldu Ünzile
Hem çocuk,hem de kadın
On ikisinde ana
Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin
Susar kadın Ünzile

Yağmuru kim döküyor
Ünzile kaç koyun ediyor
Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor
Yağmuru kim döküyor
Ünzile kaç koyun ediyor
Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor

Korkar durur gitmez
Köyün en son çitine
İnanır o sınırda
Dünyanın bittiğine
Ünzile insan dölü
Bilinmezlere gebe
Sırların mihnetini
Yüklenip de beline

Varmadan sekizine
Ergin oldu Ünzile
Hem çocuk hem de kadın
On ikisinde ana
Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin
Susar kadın Ünzile

Yağmuru kim döküyor
Ünzile kaç koyun ediyor
Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor
Yağmuru kim döküyor
Ünzile kaç koyun ediyor

Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor.

28 Ocak 2017 Cumartesi

“İLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR.” Hacı Bektaşi Veli

“İkra bismi Rabbikellezi halek” = “Oku!…Yaratan Rabbinin adıyla oku”

Bu sözler Allah (CC) kelamı olup, Kur’anın indirilişinde ilk vahiy cümlesidir. Kuran-ı Kerimin Alak Suresi’ndedir.
Kur’an’ın ilk bildirilen ayetlerinden oluşan surenin ilk 5 ayeti “Oku!…” buyruğunun hikmetini taşır.
İkra ; oku, anla, arkasından git yaşa anlamlarının hepsini aynı anda içinde bulunduran Arapça bir sözcüktür. Emir olup, talimat bildirir.

Acaba “Oku!…” diye kime buyurulmuştur?…

Oku!…” buyruğunun hikmetini çözebilmek için Alak Suresinin 2., 3., 4.,5, inci ayetlerini dikkatlice izlemek gerekir.

“Oku! Yaradan Rabbi’nin adıyla oku” (1. Ayet)
“O, insanı pıhtılaşmış kandan (embriyodan)yarattı.”  (2. Ayet)
“Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (3. Ayet)
“O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti.” (4. Ayet)
“İnsana bilmedikleri şeyi öğretti.” (5. Ayet)

Yüce Allah,   Kur’an’ı  Kerim’in  ilk vahyedilen  5 ayetinde okumamızı,  dinimizin temelini oluşturan  emirleri, okuyup anlamamızı  emrediyor da  bizler inananlar olarak böyle mi yapıyoruz?

Bize düşen Kur’an’ı  Kerim'i asılı olduğu duvardan indirmek,   
anladığımız dilden okumak ve anlamak olmalıdır. 

Din istismarcılarına da  dur demenin de zaten yolu budur.
.  



25 Ocak 2017 Çarşamba

MEYHANE...

Ne sadece eş, dost ve arkadaşla gidilen, ne de sadece içki içilen yerler değildir Meyhaneler. 

Oturmanın kalkmanın, yemenin içmenin, konuşmanın, sohbetin adabı kuralı olan, Osmanlı'da başlayıp Cumhuriyet döneminde de varlığını sürdüren lakin günümüze doğru çoğunda  esas kimliği aranır olmuş kültür haneleridir müdavimleri için.

Mümkünse en az iki kişiyle oturulan, meze eşliğinde rakı şarap içilen saygın cemiyetlerdir meyhane sofraları...

Avrupa yakasında Yeşiköy'den Rumelifeneri'ne, Anadolu yakasında Moda'dan Anadolufeneri'ne ve tabii ki Adalar'da şüķür ki bu hoşluğun keyfini yaşamak kısmet oldu bir çok mecliste. Mesela Beyoğlu Nevizade Sokak'taki "Keyif" açıldığı 1995 yılından beri benim vazgeçilmezlerimden olmuştur meyhane saygınlığıyla.. 

"Rakı içmekle meyhanenin müşterisi olunmaz" demiş bu kültürün erbaplarından biri.  El hak doğru da söylemiş. Meyhanede saygınlık paraya ve rütbeye değil, rakı adabını bilene, düzgün girip, düzgün içip, düzgün çıkanadır ancak.

Ve rakının en lezzetli mezesi elbette lafı fazla da uzatmadan muhabbettir. 

Ben de öyle yapayım fazla uzatmadan, sofralarınızdan muhabbetin eksik olmamasını dileyerek...





dileyerek...

19 Ocak 2017 Perşembe

SESSİZ BİR "VEDA"...

 23 Aralık 2016 Cuma günkü gazeteler onun "veda" ettiğini yazmış olsalar da aslında bu  bir vedadan çok 80 yıl basıp geçtiğimiz bir  vefakar yüreğin bizden sessizce koparılışıydı.

İstanbul’da yaşayan, İstanbul’a uğrayıp geçen hangimizin onunla ilgili bir hikayesi bir anısı yoktur ki…

Hangimizi ağırlamadı sevgi dolu, muhabbet dolu kalender bağrında? 

Gönülden bir dost, bir sırdaş olmadı mı umutsuzluklarımıza, sıkıntılarımıza? Ortak olmadı mı yalnızlıklarımıza, kederlerimize? 

Nasıl da kucakladı bizi mutluluklarımızda, sevinçlerimizde, başarılarımızda.

Volta attı kimimiz üstünde, kimimiz üstünden denize olta attı.

İstavrit çekti, zargana çekti kimimiz misinanın ucunda.

Kimimiz kafa çekti, kimimiz ooof çekti ayaklarının altında.

Başımızı kaldırıp da şöyle bir etrafa baktığımızda neler görmedik ki Eski Galata Köprüsü’nden?..

Denizde martılarla yarışan vapurları… Sarhoşluktan mı, deniz havasından mı nasıl da yalpalıyan kayıkları… Sallanan iskele; yanında tezgahlarda taze balıklar… Rokacı, limoncu, turşucu… Ve kalabalık yollar, kaldırımlar…

Karşıda Üsküdar; bekçisi Kızkulesi ile muhabbete dalmış… Topkapı Sarayı Boğaziçi’nin sevdalı gözcüsü… Yeni Cami güvercinlerini yemliyor özenle… Galata Kulesi burnunu dikmiş sanki Mısır Çarşısı'ndan gelen nefaseti kokluyor..

Akşam olurken günbatımında bir dön yüzünü hele. Eriyen güneşin kızıllığında sanki uhrevi bir tablo Süleymaniye, Şehzade, Fatih ve Kariye…

Eskiden Cisr-i Cedid, Valide Köprüsü, Yeni Köprü, Yeni Cami Köprüsü, Güvercinli Köprü de denilmiş adına.

Haliç’in iki yakasını bir araya getiren o oldu yıllarca. Marmara Denizi’nin Haliç'in gerdanına armağan ettiği bir yakamoz kolyedir "Eski Galata Köprüsü."

Bir zamanlar filmlerin, şiirlerin, hikayelerin mekanı; adem babaların, şarapçıların yatağı; her kesimden insanın uğrağı; nargilenin de, esrarın da içildiği; salebin de, böreğin de, kadının da satıldığı; isyanların, protestoların, gösterilerin yapıldığı eski dost…

Çok hakkı var üzerimizde...

Lakin yaşlandıkça da kadir kıymet bilmezler tarafından horlandı. Sanki şahit olduğu puştlukların, zalimliklerin, hainliklerin, ihanetlerin sebebi kendisiymiş gibi…
Yetmedi 16 Mayıs 1992 de yaşadığı yangının kundakçısı olarak suçlandı. Ayaklarında ve kollarında zincirlerle sürgünde geçirdiği esaret yıllarında çıkınımda bir paket karanfil kokan cıgara ve biraz yeşil soğanla ziyaretine gitmediğim için bağışlamış mıdır beni?

Sonra... Nihayet haksızlıkla verilmiş cezası kaldırıldı, prangaları söküldü..

Yolum Balat'a her düştüğünde, bir kahve, bir sigara içimliği de olsa mutlaka uğradım bu asil ve masum Haliç Bilgesi eski dosta, helallik almak içindi belki de..

Anılarda, fotoğraflarda ve filmlerde kalan Eski  Dost Haliç Köprüsü yok artık..

Sessizce çaldılar onu hayatımızdan...






.



18 Ocak 2017 Çarşamba

"GÖNÜL ÇEKEN İSTASYON" ya da SİRKECİ GARI...

İster Babıali'den aşağıya doğru inerken, ister denize sırtınızı verip Eminönü'den vilayete doğru çıkarken...

Siz Sirkeci Garı'na daha merhaba demeden o tüm sevgi ve hürmetiyle sizi selamlayacaktır başıyla. Çünkü onun kişiliğinde Osmanlı efendiliği de var Cumhuriyet saygınlığı da...

Sirkeci Garı'nın dili yok; konuşmuyor...

Lakin şimdilerde iyice içine kapanmış, mahzunlaşmış, garipleşmiş... Halbuki Tükettiği 127 yıllık nakd-i ömründe nelere nelere şahitlik etmiş..., Nice ayrılıklara hüzün ve nice kavuşmalara sevinç gözyaşları dökmüş bu "Gönül çeken istasyon"u...

Paris'ten kalkan Şark Ekspresi (Orient-Express) 1883 ile 1977 yılları arasında bu istasyona Avrupa'nın zenginlerini "Doğunun gizemli kenti İstanbul" için indirmiş ve buradan almış....

Osmanlı, Avrupa'da elindeki son cepheleri de boşaltırken sağ kalan askerleri trenler Sirkeci'ye getirmiş...

1960'larda insanlar tahta bavullarıyla kol gücü hesabıyla yine Sirkeci Garı'ndan Almanya'ya götürülmüş...

Sirkeci Garı'nın bulunduğu yerde daha önce geçici olarak yapılan küçük bir istasyon mevcutmuş. Alman mimar August Jachmund tarafından planı çizilen şimdiki gar binasının yapımında granit mermer ve Marsilya Aden'den getirilen taşlar kullanılmış.

11 Şubat 1888 günü temeli atılan gar, 1890'da tamamlanmış ve binanın açılışını 3 Kasım 1890'da II.Abdülhamid adına Ahmed Muhtar Paşa yapmış.

Garın açılışı tabii ki törenle oluyor... Zevat, süslü bir trenle Sirkeci'den Ahırkapı Feneri'ne götürülüyor, sonra düdük çala çala Sirkeci'ye geliyorlar... Kurdeleyi Abdülhamit namıma Müşir Hamdi Paşa kesiyor; Serasker Muhtar Efendi de ana kapının üstüne tuğralı bir tabela çakıyor:

''Hakanı âli himmetin hükmü bedayi perveri demiryol için eyledi inşa, bu dükeş mevkifi. Tarihini ilan için muhtar çıktı bir katar. Sultan Hamid bina zıbu bu dükeş mevkifi.''
Yani: Ulu hakan hikmet ederek buyruk verdi. Demiryolu için bu gönül çeken istasyonu yaptırdı. Tarihi açılışı ilan için çıktı özel bir tren. Sultan Hamid yaptırdı bu süslü ve gönül çeken istasyonu.

Tabela artık yerinde durmuyor... Nerede olduğu da bilinmiyor...

Ben ara ara uğrarım hatırını sormak için "Gönül çeken İstasyonu"na...
Geçen günde beraberdik.. Bestesi ve güftesi Naci Tektel'e ait Saba makamındaki
"Uzayıp giden o tren yolları" şarkısı dilimde, gözlerim raylarına dalıp gitti yine...

Uzayıp giden o tren yolları
Açılıp sarmayan yârin kolları
Uğurlar kızları nazlı dulları
Uzayıp giden o tren yolları
Açılıp sarmayan yârin kolları
Bir beyaz mendilin sallanışını
Unutma o gece ağlayışını
Silemem coşmuşum gözüm yaşını
Uzayıp giden o tren yolları
Açılıp sarmayan yârin kolları
www.youtube.com/watch?v=-Ntm5M_P3OA

Yolunuzu siz de bir gün Sirkeci Garı'na düşürürseniz, yan kapıdan girdikten sonra soldaki peronlara gelmeden başınızı kaldırıp bakınız... Yukarıdan sallanan küp şeklinde bir tabela göreceksiniz... Üzerinde ''randevu yeri'' yazıyor...


Bir sevdiğinize başka bir sefer için belki burada randevu verirsiniz...Hala "İstasyon" olarak dişini tırnağına takmış ayakta dururken..





16 Ocak 2017 Pazartesi

GECE SEFASI HATUN...

"Gece kirpikli kadın", "Gece sefası çiçeği" hiç de yabancı gelmemiştir size.
"Gece kirpikli kadın aşkıma siyah bakma
Zaten yakanlar yakmış bir alev de sen yakma
Beyaz papatyalar tak at o siyah gülleri
Sensiz nefes alamam beni bana bırakma
Zaten yakanlar yakmış bir alev de sen yakma."

Beste ve güftesi Zeki Müren'e ait olan muhayyer kürdî makamındaki bu şarkıyı dinleyip de beğenmeyen yoktur sanırım.

Asıl adı "Gece sefası" olan ama günümüzdeki söylemiyle "Akşam sefasının" ise o beyaz, sarı, kırmızı, pembe; bazen çizgili ya da alacalı ve kimi türleri hafif ama hoş kokulu çiçeklerinin güneşli günlerde akşama doğru açtığını, bütün gece açık kalan çiçeklerin sabah güneşini görür görmez kapandığını da çiçeklere düşkün olan herkes bilir...

Peki ya söylenmesi kulağa bir melodi gibi hoş gelen GECE SEFASI HATUN kim?

I. Abdülhamit'in eşlerinden biridir GECE SEFASI HATUN, daha doğrusu Fatma Şebsefa Hatun'un isminin anlamıdır...

Fatma Şebsefa Hatun; ölen oğlu Şehzade Mehmet adına 1787'de yapımında kesme taş ve tuğla kullanılmış olan bir cami inşa ettirmiş. Üzücü bir tesadüf ki caminin yapılış tarihinde Şebsefa Hatun vefat etmiş ve bu caminin haziresine defnedilmiş...

Eğer birgün yolunuz İstanbul'da Fatih semtine düşerse; belki de dilinizde "Gece kirpikli kadın" şarkısı, bir zamanlar evlerinin bahçelerinde ve saksılarında gece sefalarının açtığı Vefa semtini de sağınıza alarak Bozdoğan Kemeri'nden Unkapanı'na doğru ilerleyiniz. Karşınıza çıkacak cami GECE SEFASI HATUN yani Şebsefa Hatun Camii'dir.


İçeri girip GECE SEFASI HATUN'a bir Fatiha okumanız dileğiyle...




15 Ocak 2017 Pazar

115 YAŞINDA...

1827 yılında Almanya'nın Magdeburg kentinde bir müzik öğretmeninin adı Ludwig Karl Friedrich Detroit konulacak bir oğlu dünyaya gelir.

Anne ve baba sürekli kavga ettiklerinden dolayı çocuk akrabaları tarafından yetimhaneye götürülür.
1
2 yaşına geldiğinde bir gece yarısı yetimhaneden kaçar ve Hamburg'a gider. Büyük bir liman kenti olan Hamburg'da bir gemide miço olarak işe başlayan Karl Detroit, bütün Akdeniz'i dolaşıp, Marmara Denizi'nden Boğaz'a giren gemisinden Kız Kulesi'ni görünce denize atlar ve kız Kulesi'ne doğru yüzmeye başlar.

Çocuk yakalanır ve Mehmed Emin Âli Paşa'nın yanına götürülür.

Mehmed Emin Âli Paşa (d. 5 Mart 1815 - ö. 7 Eylül 1871 ) Osmanlı Devleti'nde Tanzimât Dönemi'nin Mustafa Reşid Paşa ve Keçecizade Fuat Paşa ile birlikte en önemli üç devlet adamından biridir. Abdülmecid ve Abdülaziz saltanatlarında 5 kez olmak üzere toplam 8 yıl 3 ay sadrazamlık yapmış, aralarında Almanca'nın da bulunduğu 6 dil bilmekte, devlet işlerinin yanı sıra şiirle de ilgilenmektedir.
Bu çocuk kaçıp geldiyse bir derdi var diye düşünür ve çocukla konuşur:

"Söyle bakalım, neden kaçtın Almanya'dan?"

Karl Detroit cevap verir:

"Dayak vardı orada, bıktım kaçtım."

"Peki ya gemin Akdeniz'de birçok ülke gezerken bunu yapmadın da neden İstanbul'da atladın denize evladım?" diye sorar Paşa.

Karl Detroit Kız Kulesi'ni gösterir ve "Ben o kuleyi çok sevdim" der.

Bu sırada Almanlar çocuğu geri ister. Karl ise geri dönmek istemez, İstanbul'da kalmak ister. Mehmed Emin Âli Paşa da çocuğu çok sever, o da çocuğu göndermek istemez ve onu evlatlık olarak sahiplenir. "Artık benim oğlumsun" der.

Karl Detroit artık bir Osmanlı evladıdır ve buna göre yetiştirilir. Adı Mehmed Ali olarak değişen çocuk askeri okula başlar.

Aldığı eğitimin ardından 1853 yılında Osmanlı ordusuna katılıp Kırım Savaşı'nda savaşır. 1865 yılında generalliğe (paşa) yükselir.

1878'de Aleksandros Karatodori Paşa ve Sadullah Paşa'yla birlikte Berlin Kongresi'nde imzalanan antlaşmada Osmanlı Devleti'ni temsil eden 3 kişiden biri de kendisidir. Doğduğu ülkeye geri dönmüştür ancak artık o bir Osmanlı Paşasıdır.

Kongrenin kararlarından memnun olmayan Müslüman halkı yatıştırmak için Arnavutluk'a gönderilir. 

Berlin Antlaşması'nda Hıristiyan cemaatlere hak tanınmasıyla gerici çevreler, halkı Mehmet Ali 
Paşa'ya karşı "sizi gavura bu sattı" diye kışkırtır...

Ve, Mehmet Ali Paşa, Kosova'nın Gjakova kasabasında yolu kesilip linç edilerek öldürülür.

Arkasında 4 kız çocuk bırakır.

Bunlardan biri Leyla Hanım, bu Leyla Hanımın da bir kızı olur, Celile Hanım.



Oktay Rifat'ın teyzesi olan ilk Türk ressamlardan Celile Hanımın da bir oğlu olur ve o küçük bebek büyüyüp Türk ve Dünya edebiyat tarihine adını Nazım Hikmet olarak yazdırır.

15 Ocak Nazım Hikmet'in doğum günü kutlu olsun.

1. Foto Nazım Hikmetin annesi Celille Hanım ,ortada kızkardeşi Samiye Hanım ve Nazım Hikmet
2. Foto sadrazam  Mehmed Emin Ali Paşa
3. Foto  Mehmed Ali Paşa