Sayfalar

29 Mart 2016 Salı

KALAN

Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı.

Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..
Söylemeye vakit kalmadan
Dudakların altına bırakılmış bir şey.
Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta..
Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.

Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı.


Şiir:Özdemir ASAF
Fotoğraf: Adil ÜNÜR

22 Mart 2016 Salı

ZILGIT, ZILGIT... TERÖRE TEPKİDE EN MÜTHİŞ YÖNTEMİ BULDULAR!..

 "Bunca yıldır niye akıl edemediniz" diye kızamıyor da insan, neticede kolkola girip teröre  en etkili tepki konusunda noktayı koymuş 18 başkan!..  

Aklınızla, yüreğinizle bin yaşayın... Zılgıt... Davul... Zurna... Halay...  Statları hazırlayın!...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Süper Lig'de mücadele eden 18 takımın başkan ve yöneticilerinden oluşan Kulüpler Birliği heyetini dün Mabeyn Köşkü'nde kabulünde  ülke genelinde yaşanan terör olayları da görüşülmüş.

Ve toplantı sonunda  teröre tepki konusunda akıl edebildikleri o  müthiş yöntem Kulüpler Birliği 

Başkanı Göksel Gümüşdağ'ın imbiğinden kamuoyuna  süzülmüş:
 -Önümüzdeki hafta maçlara 'Teröre hayır' pankartıyla çıkacağız. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın kabulü vardı. Bu beraberliği Cumhurbaşkanımızın önünde de sergilemek istedik. Size verdiğimiz kolkola destek görüntüsünü Cumhurbaşkanımızın huzurunda göstermiş olduk.

Vallahi pes Sayın Gümüşdağ...  Daha dün tribünlerde Apo'ya ve teröre lanet yağdıran, teröre göz yumanları protesto eden bu milletin biat etmemiş evlatları TFF tarafından cezalandırılıp tribünlere sokulmazken siz yine Kulüpler Birliği Başkanı değil miydiniz? 

Bu  aleni kıvırma yeni şartlara uyum talimi mi, yoksa Sayın Cumhurbaşkanı'ndan  fırça yemiş olma hali mi? Doğrusu merak etmedim değil.

Aslında alınan bu kararın bile günü kurtarmak için olduğu apaçık...  

Niye mi?... Eğer futbolcuların eline tutuşturulacak bez parçasındaki "Teröre hayır" haykırışının kendi insanımıza ve dünya kamuoyuna etkili ve inandırıcı mesaj  olması samimiyetle istenmiş olsaydı futbolcuların önünde kulüp başkanlarının ya da Başbakan,TBMM Başkanı, Bakanlar gibi en üst düzey devlet yöneticilerinden birinin ikisinin olacağı deklare edilirdi.

Bu anlamda en güzel fırsat da tehir edilen Galatasaray- Fenerbahçe derbisi. Oynanacak  olan bu maça Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sahaya futbolcuların önünde  ve onlarla beraber "Teröre Hayır" pankartını taşıyarak  çıkmasını sağlamak hem kendi insanımıza hem de  dünyaya etkili ve ciddi bir mesaj olacaktır.   

   

21 Mart 2016 Pazartesi

Bir Muhteşem Gece...

TÜRFAD Futbol Adamları Derneğinin İNSANLAR YAŞARKEN DE ANILMALI 2016 ÖDÜL GECESİ'nde muhteşem değerlerle beraber oldum bu akşam... 

Halit Kıvanç Ağabey Fenerbahçe maçlarının "Goooool" sesiydi mutluluklarımda üzüntülerimde yine... 

Fenerbahçe'nin unutulmaz sağbeki Şükrü Birand'ın sahnelerde Türk Sanat Müziği yeteneği haricinde bugünkü kopyası Gökhan Gönül'dür... 

Türkiye Futbol Federasyonu eski Başkanlarından Kemal Ulusu Ağabey'in pilot oğlunu Diyarbakır'a inişte bir uçak kazasında kaybetmiş olduğunu da unutmadık sohbetimizde... 
Hatıra dolu Özcan Oal, Mustafa Çulcu, Hilmi Ok ve Ertuğrul Dilek hakemlerimizle düdük çaldık eski derbilerde... 

Ve geceden geriye yine fotoğraflar kaldı...








15 Mart 2016 Salı

"UNUTAMAZSIN NOKTA NOKTAM..."

Günümüzde sevdiğinin adını "Nokta Noktam" diye şiirlere, mektuplara, kartpostallara, hatıra defterlerine ya da okul kitaplarının, defterlerinin bir kenarına yazan sevdalıların kaldığını hiç sanmıyorum.

Sevgiliye her şey telefon ya da bilgisayardan mesaj olarak "tık.. tık.. tık" yazılıp sonra da sanal alemin çöplüğüne atılmıyor mu artık?

Bizim kuşağın içinde "Nokta Noktam" şiirini bilmeyen, en azından duymayan sanırım yok gibidir.  O muhteşem mısraların doğmasına sebep bir de hikayesi var ki sevdanın tam da kendisi...

1938-1940 yılları... Bartın'ın üstünde Asma Köprüsü, altında yüzen kayıklarının salına salına yüzdüğü meşhur Kocanaz Deresi'ne bakan ortaokulu...  Okulun 24 yaşında başında kavak yellerinin estiği Türkçe Öğretmeni Rıza Polat Akkoyunlu ve Bartın'ın o zamanlar en seçkin semti  olan Asma'da üç katlı taş konakta yaşayan güzeller güzeli hayatının ilk baharında gencecik bir öğrenci kız...

Sevmişler birbirlerini hoca ve öğrencisi... Lakin Bartın küçük yer  ve yasak bir sevda olunca da yaşanan, karşı çıkmış kızın ailesi, okuldan alıp evlendirmişler kızlarını....

Şehri terk etmek, tayin istemek zorunda kalmış Öğretmen Rıza Polat Akkoyunlu.
Ankara'dayken uzun mektuplar hâlinde "Bende Kalan Mektuplar" adıyla şiirleştirmiş bu unutamadığı sevgisini ve sevgilisini...

Laf söz olur da kıza bir zarar gelir, dile düşer sevdiği diye o sevdiği kızın adının yerine üç nokta (...) koymuş ve "Nokta Noktam"diye seslenmiş sevdiğine..

Yolu Bartın'a düşeceklerden "Nokta Noktam" diyebilmiş olanlar Kocanaz Deresini, üstündeki Asma Köprüyü ve o ortaokulun yerini görmek isteyeceklerdir mutlaka... Ben oralardan her geçtiğimde, bestelenmiş "Unutamazsın Nokta Noktam" dökülür dudaklarımdan...

NOKTA NOKTAM
Dün bir dosttan, uzun bir mektup aldım
Beni anlatmış sana ve sen ona
"Unuttum artık onu" demişsin.
Hem bu sözü gülerek,
Medar-ı iftihar ile söylemişsin.
Unutamazsın Nokta Noktam
Unutamazsın!

Çünkü; unutmak için
önce unutulmak gerek
Oysa ki sen,
Hala bende esen,
Eski kavak yelisin.
Unutamazsın...
Kan değil, tüküremezsin,
Ruj değil, silemezsin
Dişi dudaklarına, dişimle yazdığım
İki heceli erkek adımı
Unutamazsın Nokta Noktam
Unutamazsın!

Seninle biz, halâ bir kabukta
İki badem içi gibiyiz.
Baharsın; kokacaksın
Güneşsin; yakacaksın.
Sabah yatağım kadar rüyâ dolu
Sabah yatağım kadar sıcaksın
Unutamam
Unutamazsın!

Şimdilik bu kadar.
Öbür mektubuma daha diyeceklerim var
Darılma bana, gücenme sakın
Ankara günlerinin bembeyaz ufkundan
Binlerce selam sana.

13 Mart 2016 Pazar

Sanki Yedim Camii...

Diyanet İşleri Başkanlığı istatistiklerine göre, Türkiye'de 84 bin 684 cami bulunurken, İstanbul 3 bin 190 cami sayısıyla en çok caminin bulunduğu ilimiz... Bunların içinde öyle ilginç isimli olanlar var ki her birinin de ayrı güzellikte hikayesi var. 

Allahdiyen Camii, Böcekli Camii, Çıplaklar Camii, Dikbasan Camii, Doksandokuz Camii, Gıcık Kadın Camii, Gül Camii, Kuşkonmaz Camii, Hemhüm Camii, Laleli Camii, Mahkeme Camii, Nallı Camii,  Pırasa Camii, Sanki Yedim Camii, Sormagir Camii, Saatli Camii, Şık Şık Camii, Sermaye Camii, Tahir ile Zühre Camii, Tomtom Kaptan, Camii, Üçbeşbaş Nurettin Hamza Camii, Yağ Camii...

Bunlardan biri olan Sanki Yedim Camii, İstanbul'un Fatih ilçesinde yer alan, Osmanlı döneminden kalma tarihî bir ibadethanedir. Zeyrek mahallesi, Kırbacı Sokağı'nda yer alan caminin yapılış tarihi ve kimin tarafından yaptırıldığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. 

Rivayete göre Keçecizade Hayreddin adında ortahâlli bir esnaf, Osmanlı döneminde padişahların yaptırdığı Selatin camilerini görüp imrenerek, başka bir rivayete göre ise “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı gereği üzere kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar imâr eder. İşte bunların doğru yolda olup başarıya ulaşacakları umulur" âyetindeki müjdeyi duyunca bir cami yaptırma arzusu duyar, kendisi de bir cami yaptırmayı diler ve bunun için para biriktirmeye başlar. Canı bir şey istediğinde, almayıp; sanki yedim (varsay ki yedim) diyerek parasını ayrı bir yere koyar. 20 yıl boyunca biriktirdiği paralarla küçük de olsa bir cami yaptırır ve caminin adı halk arasında Sanki Yedim Camii olarak anılmaya başlar.

Resmî kayıtlarda camiyi yaptıran kişiyle ilgili bir bilgi bulunmadığı için, caminin bânisi konusundaki görüşler de çeşitlilik göstermektedir. Keçecizade Hayreddin ile birlikte, caminin yapımıyla ilişkilendirilen bir başka kişi de Adanalı Şakir Efendi'dir. Yapının 18. yüzyılda yaptırıldığı sanılmaktadır. Orijinal bina, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Unkapanı bölgesinde etkili olan büyük bir yangın sırasında büyük ölçüde zarar görmüştür. 1959 yılına değin metruk hâlde kalan bina, bir süre marangozhane olarak kullanılmış, ancak daha sonra mahalle halkının topladığı yardım paralarıyla büyük bir onarım geçirerek tekrar yapılmıştır. Caminin iç mekânı 100 metrekare büyüklüğünde olup, yaklaşık 200 kişi aynı anda ibadet edebilmektedir. Tek şerefeli, beyaz boyalı bir minaresi vardır. Bugün, cami çevresi ev ve apartmanlarla çevrilidir.


8 Mart 2016 Salı

BİR PES ETMEMİŞ KADINIMIZ...

Siz ilk mektebe başladığınız günü, o günün heyecanını hatırlıyor musunuz? Ben hatırlıyorum, şimdilerde yerinde ucube bir beton bina bulunan ilk mektebim Urfa'daki Vatan İlkokulu'nu, giriş katında soldaki ilk sınıfımı ve öğretmenim Zeliha Öğüt Hanımefendiyi minnet ve özlemle anarım her zaman. Işıkları hala yolumu aydınlatmakta...

“Ben öksüzüm hoca efendi, beni de okutunuz!" diye yalvaran bugün size konu edeceğim hayata pes etmeyen kadına ise mahalle mektebindeki ilk Hocası “kendi gelen” ismini koymuştur...

İleride İlk sosyalist şairemiz, basında peçesiz fotoğrafı yayınlana ilk kadınımız, 1 Mayıs ve grev şiirleri yazdığı için şiirlerine el konulan ilk kadın şairimiz olarak anılacak bu yiğit kadın  annesi Kaya Hanım vefat ettiğinde henüz 6 yaşındadır...

Evde kötürüm ve zalim bir amca, titiz ve geçimsiz olmasına rağmen yüreğine şiirin ilk tohumlarını eken teyzesi ile sarhoş bir babanın eline kalmıştır.

Bakımıyla komşuları ilgileniyor, gününün çoğu sokaklarda geçiyordu...

Evdekilerden bir destek görmeyen küçük kızın okula başlaması kendi kararıyla olur... Hayat hikayesinde eğitiminden şöyle bahsediyor:

" Evimizin yakınındaki dere kenarlarından papatya, ısırgan otu, deve dikeni, ebegümeci tohumları toplayarak aktarlara satıp, kazandığımın kırk parasını mahalle mektebinin hocasına, kırk parasını da kalfaya vererek bir süre okuma isteğimi doyurmak için çabaladım. Fakat bu şekilde ancak bir yıl mahalle mektebine devam edebildim."

Çünkü Babası kızının kendi başına başlattığı bu öğrenim faaliyetini öğrenince onu mektepten almış ve evden kovmuştur.

Aldığı okul eğitimi bu kadardır.

Yaşamı süresince geçimini sağlamada büyük ölçüde yardımcı olacak dikiş, nakış bilgisini de yine bu dönemde komşu kızlarından edinmiştir. Edebiyatı, aruzla şiir yazmayı da kendi kendine okuyarak öğrenir...“Kendi kendine öğrenmek” Yaşar Nezihe’nin hayat mücadelesindeki adeta bir mecburiyettir.

Özellikle Urfalıların başta "Gül ruhlarını gonca-i zibaya değişmem" olmak üzere bestelenmiş 8 gazeliyle tanıdığı Yaşar Nezihe Hanım; edebiyatımız ve kadınlarımızın hak mücadeleleri adına ismi asla unutulmaması ve özellikle de öne çıkartılması gereken bir şairemizdir.

Yaşar Nezihe Bükülmez, 17 Ocak 1880'de İstanbul Silivrikapı'da Baruthane Yokuşu üzerindeki bir adı da Hünkâr İmamı Sokak olan Hünkârbeğendi sokakta harap bir evde doğar. Beş çocuklu ailesinin üçüncü ve yaşayan tek çocuğudur. Küçük yaşta ölen kardeşlerinin akıbetine uğramasın diye kendisine Yaşar Zeliha adı verilmiş. İlk eşi Âtıf Zahir Efendi, şairenin bu ismini beğenmez ve “Yaşar Zeliha”yı “Yaşar Nezihe”ye çevirir.

Üç mutsuz evlilik yapmış, iki çocuğunu besin yetersizliğinden kaybetmiş, üçüncü ve sağ kalan tek oğlunu binbir güçlükle büyütüp yetiştirmişti...

Eserleri için şöyle diyor şairemiz: “Bir Deste Menekşem” 1915’te Marifet Kütüphanesi tarafından yayımlandı. “Feryatlar”ımın neşir yılı da 1924’tür. Dört dosya dolusu şiir yazmışım. Bazıları bestelenen 250’den fazla şarkım var. Hayatım yazmakla geçiyor. Tecvit, Karabaş, Mızraklı İlmihal, Tuhfe-i Vehbi manzum kitaplarını ve Fuzûlî’yi bir-iki kez okudum ve bir-iki nazire yazdım.”

Yaşar Nezihe Hanım soyadı inkılabında "Bükülmez" soyadını seçmiş, yaşamının tükenmeyen acı ve sıkıntılarına karşılık ayakta kalmayı başarmış olmasını böylece sembolik bir duruma getirmiştir.
"Bakıp da soyadıma sanma bükülmüyorum
Felek cefâlarıyla, gençken büktü belimi."
 
5.11.1971' de İstanbul'da vefat eden Bükülmez hakkında: "Ne babadan, ne kocadan, ne kaderden, ne de rejimden rahat yüzü gördü" denmiş olmasının gerçekten yerinde bir tespit olduğunu şaire ile ilgili kaynaklara bakacak olanlar daha net göreceklerdir...


1 Mart 2016 Salı

Hacı Leylekler Huzur, Mutluluk, Bereket, Adalet Getirin..

12.000 km uçacak kadar iyi uçucu olan ve baharın müjdecisi olarak bilinen leylekler gelmeye başladılar. 

Minare, telefon direklerinin tepesinde, yüksek ağaç, bina ve bacalarda kurdukları yuvalarına öyle bağlıdırlar ki yıllarca aynı yuvayı kullanırlar. 

Erkek leylekler dişilerden önce gelir, yuvayı temizler, onarır ve dişilerini çok yükseklerde muhteşem bir gösteriyle karşılar. 

Leylekler yuvada besleyebileceğinden çok yavrusu olunca,  fazla olanları yuvadan atar. 

Anne leylek kanatlarının altına alarak, yavrularını yağmur, fırtına ve kızgın güneş sıcağından korur. 

Baba leylek yavrularını beslemekle yükümlüdür. 

Tek eşlidirler, leyleğin eşi ölürse bir daha çiftleşmez. 

Leylek evini bozmanın, leyleği öldürmenin felaket getireceği yaygın inanıştır.

Göç ederken Mekke’yi geçen leylekler, hayatları boyunca hacca gidememiş kişilerin ruhunu yansıtırlar ve bu kişilerin öldükten sonra her yıl leylek olarak kutsal yerlerden geri döndüklerine inanılır. Bu yüzden ona “Hacı baba” denir.

Leyleği havada gören çok gezer. Leyleği otururken görenin o yıl evde oturacağına inanılır. Otururken gören “Hacı baba sen otur ben gezeyim” demelidir.

Anadolu’da da yaygın olarak kullanılan bir geleneksel takvim var. Halk takvimi, Kocakarı takvimi gibi adlarla da anılır. 

"Kocakarı" kelimesi bugünkü gibi kısmen menfi anlamında değil  elbette. Bu ad Türk kültüründe halk bilgelerine verilen Gök Sakallılar, Ak Sakallılar,  Otacılar, İhtiyarlar, Kamlar, Baksılar  gibi sıfatlardan biridir.  

Hala bu geleneksel takvimin bilgilerine uyularak tarım takvimi belirleyen Anadolu’nun Mart ayı doğa olayları takvimi şöyle:

28 Şubat: Leyleklerin gelmeye başlaması
3 Mart: Soğukların şiddetinin azalmaya başlaması
5 Mart: Ağaçlara su yürümesi
6 Mart: Cemrenin toprağa düşmesi
9 Mart: Bağ budama zamanı
11 Mart: Kocakarı soğuklarının başlangıcı (7 gün sürer)
12 Mart: Husum fırtınası
14 Mart: Kaplumbağaların kış uykusundan uyanması
15 Mart: Kırlangıçların ve ebabillerin gelmeye başlaması
21 Mart: Günle gecenin eşitlenmesi, Nevruz, baharın başlangıcı
22 Mart: Mart dokuzu fırtınası
25 Mart: Çaylak fırtınası
27 Mart: Ağaçların tomurcuklanmaya ve yeşermeye başlaması
30 Mart: Çaylakların gelişi