
İskeleye yanaşan
vapurun bacasından çıkan kömür karası duman, düdük sesiyle el ele tutuşup
Eminönü Meydanı'na sevgiyle "Günaydııın" derken Valide Camii namaz sonrası duasını bitirmemişti hala...
Sabah kahvesini höpürdete höpürdete içen Mısırçarşısı ise önünden gelip geçen civar
esnafın ve meydana tezgah kuran kestanecinin, mısırcının, simitçinin, salepçinin
selamlarına muhabbetle cevap veriyordu...
Çorbacı ve börekçi dükkanlarının vitrin camlarını nasıl buğ kaplamışsa Boğaziçi'ne doğru
İstanbul'un üstü aynen öyleydi...
Benim istikamet Haliç'ten metroya binip Hacıosman, oradan da
"Son Durak Sarıyer. "

Gece yağmurdan ıslanmış saçlarını yana taramıştı Sarıyer... Masmavi elbisesinin eteklerini savuruyordu Karadeniz'le Marmara arasında bir o yana bir bu yana... Dansını
izleyen kıyıya sıralanmış bembeyaz martılara ve İstanbul’un curcunasından biraz olsun uzaklaşıp huzur bulmaya gelmiş benim gibi
hayranlarına...
Ne çok şeyi sevilir beğenilir Sarıyer'in aslında. Böreği, balığı , martısı,
kısmet kapısı Telli Babası, suyu, kedisi ve hatta delisi...
Evet, delisi. "Son Durak Sarıyer" sözünü de
içinde ince bir muziplik hissettiğimden olacak
hep çok sevmişimdir. Zaten
"içinde bir tutam delilik olmayan hayat eksik bir hayat değil midir"
sizce de...
Sonra mı?

Adil Ünür
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder