Sayfalar

30 Ocak 2016 Cumartesi

"SON DURAK SARIYER..."

Bu sabah güneş  sarı saçlarının ışığını bulutların arasından Galata'ya, Haliç'e, Eminönü'ne süzerken, başını yorganın ucundan çıkartıp "Ah keşke  bugün Pazar olsaydı da okula gitmeseydim" diye kıvranan ilk mektep talebeleri gibi isteksizdi sanki...

İskeleye yanaşan vapurun bacasından çıkan kömür karası duman, düdük sesiyle el ele tutuşup Eminönü  Meydanı'na sevgiyle "Günaydııın" derken Valide Camii  namaz sonrası duasını bitirmemişti hala...

Sabah kahvesini höpürdete höpürdete  içen Mısırçarşısı ise önünden gelip geçen civar esnafın ve meydana tezgah kuran kestanecinin, mısırcının, simitçinin, salepçinin selamlarına muhabbetle cevap veriyordu...

Çorbacı ve börekçi dükkanlarının  vitrin camlarını  nasıl buğ kaplamışsa Boğaziçi'ne doğru İstanbul'un üstü aynen öyleydi...

Benim istikamet Haliç'ten metroya binip Hacıosman, oradan da "Son Durak Sarıyer. "

Hacıosman'ın yemyeşil rengiyle bir kez daha yıkadım yüzümü, nefes nefes  içime çektim    oksijeni bol havasını... 

Gece yağmurdan ıslanmış saçlarını yana taramıştı  Sarıyer...  Masmavi elbisesinin eteklerini  savuruyordu Karadeniz'le  Marmara arasında  bir o yana bir bu yana...  Dansını  izleyen kıyıya sıralanmış bembeyaz martılara ve İstanbul’un  curcunasından biraz olsun  uzaklaşıp huzur bulmaya gelmiş benim gibi hayranlarına...

Ne çok şeyi sevilir beğenilir  Sarıyer'in aslında. Böreği, balığı , martısı, kısmet kapısı Telli Babası, suyu, kedisi ve hatta delisi... 

Evet, delisi.  "Son Durak Sarıyer" sözünü de içinde ince bir muziplik hissettiğimden olacak  hep çok sevmişimdir.  Zaten "içinde bir tutam delilik olmayan hayat eksik bir hayat değil midir" sizce de...

Sonra mı?

Bir vaveyla koptu balıktan dönen balıkçı teknesine doğru martılardan, benim de dönüş otobüsüm görünmüştü uzaktan...

Adil Ünür



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder