Sayfalar

22 Haziran 2016 Çarşamba

ŞİKAYETNAME...

"Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Gerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler." 
 
Yukarıdaki cümle 16. yüzyılın büyük Divan şairi Fuzuli'nin kâfiyeli nesir tarzındaki  Şikayetname adlı eserinin en bilindik kısmıdır.
Fuzuli bir beyitinde:
“Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bad-ı sabâdan gayrı”
yani " Evimin kapısından içeri sadece sabah rüzgarı girmektedir" diyecek kadar da çileli geçen ömrüne yalnızlık, yoksuzluk, kimsesizlik  kader olmuştur.

Ana dili Türkçe dışında Arapçaya ve Farsçaya o derece hakimdi ki üç dilde de divan sahibiydi… Her üç dilde de yazdığı güzel şiirler  o devirde onun geçim sıkıntısını aşmasına yetmiyordu.

Kanuni Sultan Süleyman 1534 yılında Bağdat'ı fethettikten sonra Fuzûlî padişaha ve onun maiyetindekilere kasideler sundu ve onların iltifatına mazhar oldu.

Padişaha şairin kimsesizliği, yoksulluğu anlatıldı.  O da  şaire, yörenin vakıf gelirlerinin ihtiyaç fazlasından ödenmek üzere günlük 9 akçe tutarında bir maaş bağlattı.

Padişah İstanbul’a döndükten sonra ‘Vakıf gelirleri ihtiyacı anca karşılıyor’ diyen devrin rüşvetçi memurları, Fuzuli’ye bu parayı ödememek için bahaneler ileri sürüp usulunca(!) rüşvet istediler.

Fuzuli, günden güne daha da fakirleşti ve Hille’ye, Kerbela bölgesine göçtü, Hz. Hüseyin Türbesi’nin bekçiliğini yaparak geçinmeye çalıştı.

Lakin, yine de cihan padişahının bu olaydan haberdar olmasını istedi. Kanunî`nin fermanlarına tuğra yapan Nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi’ye bir mektup yazdı. Bu mektup Türk Edebiyatı'ndaki en önemli mektuplar arasındaki yerini aldı.

Özellikle mektubun başındaki “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar” ibaresi devlet dairelerindeki bozulmayı en veciz bir şekilde anlatması bakımından yıllar yılı söylendiği gibi maalesef günümüzde de geçerliliğini korumakta.

İşte ünlü Şikayetname’nin metni:

Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Gerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.

Dedim: - Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?
Dediler: - Bizim adetimiz böyledir.

Dedim: - Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.
Dediler: - Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.


Dedim: - Beratımın gereği niçin yerine gelmez?
Dediler: - Zevaittir, husulü mümkün olmaz.

Dedim: - Böyle evkaf zevaidsiz olur mu?
Dediler: - Asitanenin masraflarından artarsa bizden kalır mı?

Dedim: - Vakıf malın dilediği gibi kullanmak vebaldir.
Dediler: - Akçamız ile satın almışız, bize helaldir.


Dedim: - Hesaba alsalar bu tuttuğunuz yolun fesadı bulunur.
Dediler: - Bu hesap, kıyamette sorulur.

Dedim: - Dünyada dahi hesap olur, haberin işitmişiz.
Dediler: - Ondan dahi korkumuz yoktur, katipleri razı etmişiz.

Gördüm ki soruma cevaptan başka nesne vermezler ve bu izin belgesi ile isteğimi gidermeye layık görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim; karamsar ve kırgın, yalnızlık köşeme çekildim.

11 Haziran 2016 Cumartesi

"ALİ, ALİ...”

O bir ödül dövüşçüsü ya da dünya şampiyonu değil, O bir efsaneydi...

Geçen hafta 74 yaşında hayatını kaybeden Boks efsanesi Muhammed Ali dün Louisville kentinde on binlerce hayranının katıldığı törenle defnedildi.

Mekanı cennet makamı ali olsun...

Ve işte o yiğit yürekten, ezilmişlerin  inançlı yumruğundan  anlamlı sözler:

1- Seni tüketen, önündeki tırmanılacak dağlar değil, ayakkabındaki çakıl taşıdır.

2- Rüyalarınızı gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır.

3- Hayal gücü olmayan insanın kanatları yoktur.

4- Aklım kesiyorsa ve yüreğim inanıyorsa, başarabilirim.

5- Dünyayı 20'sinde de 50'sinde de aynı gören adam, 30 yılını boşa harcamıştır.

6- Keşke insanlar herkesi, beni sevdikleri gibi sevselerdi. Dünya çok daha güzel bir yer olurdu.

7- Zevk mutluluk demek değildir. İnsanı takip eden gölgeden öte hiçbir önemi yoktur.

8- Ön yargı karanlıkta kalmış olmaktan kaynaklanır. Gün ışığı onu arındırır.

9-  Kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım.

10- Sporda başarı çalışmaktan öte istemekle olur.

11- Şampiyonlar salonlardan çıkmaz. Şampiyonlar içlerinde tutku, hayal ve amaç olan insanlardan çıkar.

12- O kadar hızlıyım ki, odamda ışığı söndürmeye kalktığımda, ışık sönmeden oturduğum yere dönebiliyorum.

13-  Ben bir dövüşçüyüm. Göze göz karşılığa inanırım. Öteki yanağımı çevirmem. Karşılık vermeyen adama saygı duymam. Köpeğimi öldürürsen, kedini saklasan iyi edersin.

14- Bir şampiyon olmak için en iyi olduğuna inanmalısın. Öyle olmasan bile, öyle gibi davranmalısın.

15- Çalışmanın her saniyesinden nefret ediyordum fakat kendime hep "Dayan!" diyordum. Bugün çalışacağım ve ömrümün sonuna kadar bir şampiyon olarak yaşayacağım.

16- Ben Amerika'yım. Tanımadığınız yönüyüm onun. Alışın bana. Siyah, öz güvenli, kendinden emin... Benim adım bu, sizin değil. Benim dinim, sizin değil. Benim amaçlarım, sizin değil. Alışın bana.

17- Louisville’de insanlar hala pis zenci diye çağırılıp köpek muamelesi görüyorken ve en basit haklarından bile mahrumken benden üzerime bir üniforma geçirip 10000 mil ötedeki bir ülkede bomba atıp kurşun sıkmamı nasıl beklerler? Hayır, 10000 mil öteye gidip beyaz köle efendilerinin beyaz olmayan başka bir millet üzerine baskı kurmalarına, onları öldürmelerine, evlerini yakmalarına yardımcı olmayacağım. Gün böyle kötü işlerin sona ermesinin günüdür. Böyle bir tavır içinde bulunmanın bana milyonlarca dolara mal olacağını söylediler. Ama daha önce de söyledim ve yine söylüyorum. Benim halkımın gerçek düşmanı burada, Amerika’da. Kendi özgürlüğü, kendi adaleti ve eşitlik için savaşan o insanları köleleştirme de kullanılan bir maşa olmayacağım. Dinimi, halkımı ve kendimi küçük düşüremem. Eğer bu savaşın benim 22 milyonluk halkıma özgürlük ve eşitlik getireceğini düşünseydim kendim gidip orduya katılırdım. Kendi inandığım değerler için direniyorum. Kaybedecek hiçbir şeyim yok. Beni hapse atacaklarmış, ne olmuş sanki? Zaten 400 yıldır hapisteyiz.

18- CNN muhabiri : Sn. Muhammed Ali, bu dehşetin meydana gelmesine sebep olan teröristlerle aynı dinin bir mensubu olarak neler hissediyorsunuz?
Muhammed Ali : Siz (!) Hitler ile aynı dini paylaşan bir mensup olarak neler hissediyorsanız aynısını."

19- Bir hayatımız var, yakında geçmişte kalacak; yalnızca Allah için yaptıklarımız sonsuza dek kalacak.


8 Haziran 2016 Çarşamba

Mimar Sinan'ın En Süslü Minareleri de Ağladı...

Tarih: 7/Haziran/ 2016... Saat: 08.40 sıraları... Yer: Vezneciler-İstanbul...

Çevik kuvvet aracına yönelik bomba yüklü araç ile düzenlenen  terörist saldırıda maalesef bu kez de 6'sı polis 11 insanımız hayatını kaybetti, yaralı sayısı ise 36... 

Yine hamasi nutuklar, yine malum sloganlar ve sözler...

Ve Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açıklamasında " Sonunda şehit olan insandır, bunların bu yaptıkları insanlara karşıdır " demiş olsa da gözü dönmüş canilerin
bu seferki saldırısı maalesef Mimar Sinan'ın akıl almaz sırlarla dolu muhteşem eserlerinden biri ve İstanbul'daki başyapıtlarından olan Şehzade Camii'ne de hasar verdi.

Bu muhteşem eserin fotoğraflarını geçen yıl 24 Temmuz' çektiğimi dün gibi hatırlıyorum.

Mimar Sinan'ın büyük bir tevazuyla 'çıraklık eserim' dediği cami adını, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1543'te 22 yaşında ölen ve en sevdiği şehzadesi olarak bilinen Mehmed'den alıyor.

18 metreyi aşan kubbesi ve onu taşıyan 4 yarım kubbenin kusursuz uygulamasıyla sanat tarihinde çok önemli.
Kayıtlarda Sinan'ın en süslü minarelerini kullandığı cami olarak da yeri var.

Çiçek hastalığından öldüğü sanılan Şehzade Mehmed, şu an Şehzade külliyesinin caddeye bakan bölümündeki türbede, kuşağında "Firdevs edeb ya Mehmed / Ebedi cennet ya Mehmed" yazılı bir kubbenin altında yatıyor.

Kanuni Sultan Süleyman'ın caminin tamamlanmasının ardından kırk gün hiç ara vermeden 'şehzadelerin güzidesi' dediği oğlunun mezarına gidip dualar okuduğu ve mezarının başına bir taht koydurduğu rivayet edilir.

İstanbul'un fethinden 1 yüzyıl sonraya tarihlenen ve Fatih ve Bayezid camilerinden sonra Tarihi Yarımada'nın silüetini büyük ölçüde değiştiren cami, artık İstanbul'un mimari olarak da fethi; Bizans'tan çok bir Osmanlı kimliği kazanmasının da simgesidir.

Caminin Vezneciler yönündeki sebilinde Cumhuriyet döneminde 'kitap kiralandığı', o dönemler Fatih'te yaşayan çocukların Kerime Nadir'leri ilk o sebilden alıp okudukları biliniyor.

Şehzade Camii'ne ilişkin şahane bir rivayet de var. O da 1990'lı yıllarda caminin resterasyonunu üstlenen firmada çalışan bir inşaat mühendisinden... İşte o hikaye:
"Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşaası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık.

Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık. Kalıbı yaptık. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.

Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir “Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.” mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:

“Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.”

Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşasını anlatıyordu.

Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.

Mimar Sinan'ın  bu sorumluluğun zerresi bugün ülke yönetimini elinde bulunduranlarda olsa terörizmi çoktan bitirirlerdi ve dün anaların, babaların, eşlerin, sevgililerin yüreklerine yine ateş düşmez, çocuklar da yetim kalmazdı.